Küsûf ve Husuf Namazı
Abdullah bin Amr -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:
Peygamber Efendimiz'in zamân-ı saâdetlerinde güneş tutulmuştu. Zât-ı
Risâletleri kalkıp insanlara namaz kıldırdılar. Kıyâmda o kadar çok
kaldılar ki, âdetâ rükûa varmayacak da hep ayakta duracak zannedildi.
Sonra rükûa vardılar ve uzun müddet başlarını kaldırmadılar. Arkasından
doğruldular, fakat mûtadın üzerinde ayakta durdukları için secde
etmeyecekleri intibâını verdi. Nihâyet birinci secdeye vardılar.
Lakin başlarını secdeden hiç kaldırmayacakları zannediliyordu. Daha
sonra doğrulup oturdular. Bu oturuşları da uzun sürdü. Mübârek
başlarını kaldırmayacakmışcasına kapandıkları ikinci secdeye
vardıklarında, acı acı nefes alıp veriyor ve göz yaşları dökerek
ağlıyordu:
"Yâ Rabbî! Ben aralarında olduğum müddetçe ümmetime azâb
etmeyeceğini bana vâdetmedin mi?! Yâ Rabbî! Onlar sana tevbe ve
istiğfâredip yalvardıkları müddetçe ümmetime azâb etmeyeceğin husûsunda
bana söz vermedin mi?! Işte bizler kapına geldik senden affımızı
diliyor ve sana yalvarıyoruz!"
Bu minval üzere iki rek'at namaz kılıp bitirince güneş bütün
parlaklığıyla gözüktü. Arkasından Hz. Peygamber minbere çıkarak
ashâbına vecîz bir konuşma yaptı. Konuşmasında Allâh Teâlâ'ya hamd ü
senâ ettikten sonra şöyle buyurdular:
"Güneş ve ay Allâh'ın varlık ve birliğine delâlet eden alâmetlerden
sâdece ikisidir. Şâyet bunlar tutulursa, duâ edin, Cenâb-ı Hakk'a
yönelip ona ilticâ edin, Allâh'ın büyüklüğünü hatırlayın, namaza durup
Allâh'ı zikretmeye koyulun ve sadaka verin..." (Bkz. Buhârî, Küsûf, 2, 4)
Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve selem-, göneş ve ayı Allâh'ın
âyetlerinden bir âyet olarak görür ve onların tutulmalarını her hangi
bir kimsenin ölümü veya doğumu sebebiyle olmadığını ashâbına
bildirirdi. Ancak gaybı ve kaderi bilmek Allâh'a mahsus olduğundan, her
an kıyâmetin vukû bulabileceğini veyâ kendi ecelinin gelmiş
olabileceğini düşünerek devâmlı olarak Allâh'a iltca hâlinde bulunmayı
isterdi. Hava kararmaya başlayınca, yağmur yağarken, gök gürlerken ve
güneş veya ay tutulurken hep bu duygularla hareket eder ve huzûr-ı
ilâhîde durarak ümmetinin selâmeti için yalvarırdı.
İbn-i Hibban'da bulunan bir rivayete göre Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi
ve selem- ayın tutukluğu geçinceye kadar, müslümanlara ay tutulması
namazı kıldırmıştır. (A. Köksal, XI, 220) Güneş ve ay tutulması namazı
sünnettir. İki rek'attır. Güneş açılıncaya kadar duâ ile meşgul olunur.
İmam'ın güneş tutulması namazını cemaatla kıldırmasında bir mahzur
yoktur. Ay tutulma namazı ise cemaatsız kılınır. Bu namazların mescidde
kılınması da sünnettir. Ezan ve kamet okunmaz. Sadece güneş tutulması
namazı için es-Salâtü câmiatün, namaz için cem olunuz diye seslenilir.
(A. Köksal, XI, 221)