sitem sitem |
|
| Hz. Alinin kaside-i Celcelutiyede Risale-i Nur'a işaretlerinin mahiyeti nedir? | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: Hz. Alinin kaside-i Celcelutiyede Risale-i Nur'a işaretlerinin mahiyeti nedir? 22.08.09 6:41 | |
| Mâlum olsun ki; ben Risale-i Nur'un kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmekle Kur'ân'ın hakikatlarını ve îmanın rükünlerini ilân etmek ve zaaf-ı îmana düşenleri onlara dâvet etmek ve onların kuvvetlerini ve hakkaniyetlerini göstermek istiyorum. Yoksa, hâşâ! kendimi ve hiçbir cihetle beğenmediğim nefs-i emmaremi beğendirmek ve medhetmek değildir. Hem Risale-i Nur zâhiren benim eserim olmak haysiyetiyle senâ etmiyorum. Belki yalnız Kur'ân'ın bir tefsiri ve Kur'ân'dan mülhem bir tercüman-ı hakikisi ve îmanın hüccetleri ve dellâlı olmak haysiyetiyle meziyetlerini beyan ediyorum. Hattâ, bir kısım risaleleri ihtiyarım haricinde yazdığım gibi, Risale-i Nur'un ehemmiyetini zikretmekte ihtiyarsız hükmündeyim. İmam-ı Ali'nin (radıyallahü anh) "Âyetü'l-Kübrâ" namını verdiği "Yedinci Şua" risalesini yazmakta çok zahmet çektiğime bir mükâfat-ı âcile ve bir alâmet-i makbuliyet ve bir medâr-ı teşvik olarak bu keramet-i Celcelûtiye, inâyet-i İlâhiye tarafından verildiğine şüphem kalmamış. Tahdis-i ni'met kabilinden bunu "Sekizinci Şuâ" olarak yazdım. Yoksa haşre dair mühim bir âyetin mu'cizeli olan bürhanlarını yazacaktım. بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ [İmam-ı Ali'nin (Radıyallahü anhü) Risale-i Nur'a dair üçüncü bir kerâmetidir.] Evet Onsekizinci ve Yirmisekizinci Lem'alarda izah ve isbat edilen iki zâhir kerâmetini te'yid ve takviye ederek Kaside-i Celcelûtiyesinde, Siracün-nur'dan sarahat derecesinde haber verdiği gibi, yine o Kaside'de Siracün-nur'un en namdar risalelerine parmak basıyor, âdeta alkışlıyor; ve sekiz adet remz ile meşhur bir kısım risalelerini gösteriyor. BİRİNCİSİ: Risale-i Nur'a tasrih eden تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً fıkrasından sonra Süryanî lisaniyle esma-i hüsnâdan istimdat ve suver-i Kur'âniye ile bir münâcât yapıyor. Tam otuzüç sûrelerle öyle garip ve mânidar bir tarzda zikrediyor ki; bir kısım sırları ve gaybî haberleri dahi bildirmek istediği anlaşılıyor. Ben sıkıntılı bir zamanda İmam-ı Ali'nin (Radıyallahü anhü) Âyet-ül-Kübrâ namını verdiği "Yedinci Şuâ"ı bitirdiğim aynı vakitte -îtikadımca bana acele bir mükâfat ve bir ücret olarak- geceleyin Celcelûtiyeyi okudum. Birden bir ihtar-ı gaybî gibi kalbime denildi: İmam-ı Ali Radıyallahü anhü Risale-i Nur ile çok meşguldür. Mecmuundan haber verdiği gibi kıymetdâr risalelerine de işaret derecesinde remzedip îmâ ediyor. Eğer sarîh bir surette gaybdan haber vermek (çok zararları bulunduğundan hikmete münafî olduğu cihetle) hikmet-i İlâhiye tarafından yasak olmasa idi tasrih edecekti. Meselâ: Sûreleri tâdât ederken, yirmibeşinciye geldiği vakit diyor ki: بِحَقِّ تَبَارَكَ ثُمَّ نُونٍ وَ سَائِلٍ وَبِسُورَةِ التَّهْمِيزِ وَالشَّمْسُ كُوِّرَتْ وَبِالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا وَالنَّجْمِ اِذَا هَوَى وَبِاِقْتَرَبَتْ لِىَ اْلاُمُورُ تَقَرَّبَتْ وَبِسُوَرِ الْقُرْآنِ حِزْبًا وَ آيَةً عَدَدَ مَا قَرَاَ الْقَارِى وَمَا قَدْ تَنَزَّلَتْ فَاَسْئَلُكَ يَا مَوْلاَىَ بِفَضْلِكَ الَّذِى عَلَى كُلِّ مَا اَنْزَلْتَ كُتْبًا تَفَضَّلَتْ İşte bu fıkralarda Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesini hayrette bırakan ve üstünde göz ile görünen bir kerametiyle ve kıyamet ve haşri isbat eden hârika hüccetleriyle iştihar eden "Yirmidokuzuncu Söz"e Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü anhü, zikir ve tadâd ettiği sûrelerin yirmidokuzuncu mertebesinde وَالشَّمْسُ كُوِّرَتْ ile ona işaret eder. Çünki, kıyamet kopmasından gayet dehşetli haber veren اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ sûresine tam mutâbık bir surette o Yirmidokuzuncu Söz, kıyametin ve harab-ı âlemin ve mevt-i dünyanın ve hayât-ı âhiretin ve ihya-yı emvâtın kat'î hüccetlerini beyan ederken, bu sûrenin dehşetli tasvirini zikretmesi; hem mânada, hem yirmidokuzuncu mertebede tetabukları o işâreti isbat eder. Hem tahavvülât-ı zerratta boğulan maddiyyunları susturan ve zerratın tahavvülâtı ve harekâtını, vazife ve intizamlarını emsalsiz bir tarzda isbat eden Otuzuncu Söz namındaki Zerrat Risalesi'ne Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, otuzuncu mertebede وَبِالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا kasemiyle ona işaret eder. Evet bu işarette lafzan ve sureten Sure-i وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا ve Risale-i Zerrat, birbirine müşabehet ile beraber mana cihetiyle dahi münasebet var. Çünki Sure-i وَالذَّارِيَات ın başında tesadüfî ve intizamsız zannedilen temevvücat-ı havaiye, gayet hikmetli ve vazifedar olarak rububiyetin tekvinî emirlerini etrafa yetiştirir diye ifade ettiği gibi, Risale-i Zerrat dahi maddiyyunlar tarafından tesadüfî ve intizamsız telakki edilen harekât-ı zerrat dahi, gayet hikmetli ve o zerreler muntazam vazifelerle vazifedar olduklarını gayet kuvvetli ve kat'î bürhanlar ile isbat ediyor. Hem Mi'rac-ı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâmı delâil-i akliye ile gayet mâkul ve kat'î bir surette isbat eden ve "Otuzbirinci Söz" nâmında ve mertebesinde bulunan Risale-i Mi'rac'a, Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) otuzbirinci mertebede Mi'rac-ı Ahmedî (A.S.M.) ve Kab-ı Kavseyn'deki müşahede ve mükâlemeyi sarih bir surette başlayan Sure-i وَ النَّجْمِ اِذَا هَوَى nın başında bulunan وَ النَّجْمِ اِذَا هَوَى cümlesi ile sarahata yakın bir tarzda o risaleye işaret eder ve Sure-i وَ الطّوُرِ yi bırakarak, وَالذَّارِيَات den sonra وَ النَّجْمِ Suresini zikretmesi bu işareti kuvvetlendirir. Hem Şakk-ı Kamer mu'cizesini münkirlere karşı kuvvetli deliller ile isbat eden Mi'rac Risalesi'nin zeyli bulunan Şakk-ı Kamer Risalesi namında otuzbirinci mertebenin âhirinde o risaleye, Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) şakk-ı Kamer'i nass-ı sarih ile zikreden Sure-i اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ den iktibas ederek otuzbirinci mertebenin akabinde zikredilen وَبِاِقْتَرَبَتْ لِىَ اْلاُمُورُ تَقَرَّبَتْ fıkrasıyla sarahata yakın işaret eder. Mâlumdur ki: Risale-i Nur başta otuzüç adet Sözler'dir ve Sözler namiyle yâd edilir. Fakat, Otuzüçüncü Söz müstakil değil, belki Otuzüç adet Mektûbat'tan ibarettir. Ve Mektûbat namiyle zikredilir. Sonra Otuzbirinci Mektûb dahi müstakil değil, belki otuzbir adet Lem'alar'dan mürekkebdir. Ve Lem'alar adı ile müştehirdir. Sonra Otuzbirinci Lem'a dahi müstakil olmamış, o da inşâallah otuzbir adet Şuâlardan mürekkeb olacak. El-Âyet-ül-Kübrâ yedinci ve bu Risale Sekizinci Şuâlarıdır. Demek Sözlerin hâtimesi Otuzikinci Sözdür. Hem Risale-i Nur'un yıldızları içinde bir güneş hükmünde şâkirdlerince telâkki edilen Otuzikinci Söz nâmındaki Üç Mevkıflı risale-i hârika ve câmia ve Sözler'in bir cihette hâtimesi ve cem'iyetli neticesi olan o risaleye Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) onun fevkalâde ehemmiyetini ve câmiiyetini göstermek için Kur'ân'ın çok sûreleriyle birden Otuzikinci mertebede وَبِسُوَرِ الْقُرْآنِ حِزْبًا وَ آيَةً kasemiyle Otuzikinci Mertebede bulunan o câmi risaleye işaret eder. Risale-i Nur'un Otuzüçüncü Söz'ü ise, bundan evvel beyan ettiğimiz gibi otuzüç adet mektuplardan ibaret ve Mektûbat namında otuzüç kitab ve yüzden ziyade risalelerdir. İşte Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) Otuzüçüncü Mertebede ve kaseminde Otuzüçüncü Söz'ün eczaları olan o yüzon kitap ve Mektûbata birden işâret etmek için yüzon semavî suhuf nâmında yüzon muhtasar kitablar ve o büyük mukaddes kitaplardan istimdat mânasında olan şu: فَاَسْئَلُكَ يَا مَوْلاَىَ بِفَضْلِكَ الَّذِى تَفَضَّلَتْ كُتْبًا اَنْزَلْتَ مَا كُلِّ عَلَى kelâmiyle işaret eder. Mâlumdur ki: İlm-i belâgatta ve fenn-i beyanda uzak ve gizli mânalara delâlet etmek için karine tâbir ettikleri emârelerden ve münâsebetlerden birisi bulunsa, uzak bir mâna ve gizli ve işârî olan bir mefhum, karinenin kuvvetine göre sarîh ve zâhir mânası gibi kabul edilir. İşte bu kaideye binaen, bu işârî mânaların herbirisine müteaddid karineler, emâreler bulunduğu gibi sair arkadaşları da ona karineler olur. Risale-i Nur'un mecmuundan haber veren sarîh fıkralar dahi herbirisine kuvvetli bir karinedir.
En son itibarli tarafından 22.08.09 6:50 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Hz. Alinin kaside-i Celcelutiyede Risale-i Nur'a işaretlerinin mahiyeti nedir? 22.08.09 6:42 | |
| İKİNCİ REMZ: Kur'ân'ın El-Âyet-ül-Kübrası olan تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ nin hakikat-ı kübrasını ve tefsir-i ekberini gösteren ve ramazan-ı şerifin ilhamî bir hediyesi bulunan "Yedinci Şuâ" risalesine Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) Mektûbat'a işâretten sonra "Lem'alar"a işâret içinde Şuâlar'a bakarak وَ بِاْلآيَةِ الْكُبْرَى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَتْ deyip ilm-i belâğâtça "müstetbiat-üt-terakib" ve "maarîz-ül-kelâm" denilen mâna-yı zâhirînin tebaiyyetiyle ve perdesinin arkasiyle müteaddid karinelerin kuvvetine göre işaret eder. Ve o acîb ve yüksek ve tevhidin hüccet-ül-kübrâsı; ve El-Âyet-ül-Kübrânın bir alâmet-i kübrâsı ve bir tefsir-i âzamı olan risaleye "Âyet-ül-Kübrâ" nâmını veriyor. Ve o nâmla hem menbaı olan Âyet-ül-Kübrâ'nın azametini, hem bu "Yedinci Şuâ" olan vahdaniyetin ve tevhidin bürhan-ı âzamının fevkalâde kuvvetini ilân eder, haber verir. Hazret-i İmam-ı Ali'nin (R.A.) bu büyük iltifatına, bu risalenin liyâkatına her kimin bir şüphesi varsa, gelsin bir def'a o risaleyi okusun. Eğer, evet lâyıktır demezse bana tûh ! desin. Evet Kur'ân'ın aleyhinde bin seneden beri müntakimane hazırlanan dinsizlerin itirazlarını ve kâfir feylesofların teraküm edip şimdi yol bularak intişar eden şüphelerini ve Kur'ân'ın dehşetli darbelerinden intikam besleyen muannid Yahudilerin ve mağrur bir kısım Hıristiyanların hücumlarını def'edip mukabele eden ve her asırda Kur'ân'ın pek çok kahramanları ve mânevî kal'aları vardı. Şimdi ihtiyaç bir-iki'den, yüze çıkmış. Ve müdafîler yüzden, iki üçe inmiş. Hem, hakaik-ı îmaniyeyi, ilm-i kelâmdan ve medreseden öğrenmek çok zamana muhtaç bulunduğundan bu zamanda o kapı dahi kapandı. Hem çabuk, hem herkes anlayacak bir tarzda en derin hakikatları tâlim eden Risale-i Nur, elbette İmam-ı Ali Radıyallahü anhünün bu iltifatına lâyıktır. Hem İmam-ı Ali (R.A.) onuncu mertebe-i tâdâdında onuncu sûre olarak ve kıyamet ve leyle-i berata bakan وَبِسُورَةِ الدُّخَانِ فِيهَا سِرًّا قَدْ اُحْكِمَتْ deyip mâna-yı işârîsiyle "Onuncu Söz" nâmında ve mertebesinde olan Haşir Risalesi'ne işâretle beraber o risalenin fevkalâde ehemmiyetini ve gayet muhkem olduğunu ve o zamanın dumanlı karanlıklarını izâle eden bir leyle-i beratın bir kandili hükmünde bulunmasına ve haşir ve kıyametin bir alâmeti olan duhan, hem leyle-i beratın senevî olarak hikmetli tefrik ve taksim-i umur noktalariyle ve başka karineler ile îmâen ve remzen haber veriyor. Evet Onuncu Söz, çok ehemmiyetli bir belâyı def'etti. Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve harb-i umumî sarsıntısı vaktinde haşri inkâr eden münafıklar, fırsat bulup çok yerlerde zehirli fikirlerini izhara başladıkları bir zamanda "Onuncu Söz" çıktı ve tab'edildi. Bin nüshası etrafa yayıldı. Onu gören herkes kemal-i iştiyak ve merakla okudu. Zındıkların kâfirane fikirlerini tam kırdı. Ve onları susturdu. İmam-ı Ali Radıyallahü anhünün bu takdirine liyakatini isbat etti. Kimin şüphesi varsa gelsin onu dikkatle okusun, haşrin ne kadar kuvvetli bir bürhanı olduğunu görsün. Hem Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü anhü ondokuzuncu sûre olarak sûret-ün-Nur'u بِسِرِّ حَوَامِيمِ الْكِتَابِ جَمِيعِهَا عَلَيْكَ بِفَضْلِ النُّورِ يَا نُورُ اُقْسِمَتْ fıkrasiyle zikrederek pek muhtasar olan Ondokuzuncu Söz'e ve pek mükemmel bulunan "Ondokuzuncu Mektup"a işaret için nur lâfzını tekrar etmekle mektupların mertebesi, yâni "Ondördüncü Mektup" noksan kalmasına imâen sûre-i Nur'u onbeşincide yine zikretmesiyle gayet lâtif ve müdakkikane haber veriyor. Ve o iki risaleleri, Risale-i Nur'un büyük Nurları olduklarını bildiriyor. Evet Risalet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a dair olan "Ondokuzuncu Söz" hem üç cihetle kerametli ve hârika olan "Ondokuzuncu Mektup" elhak Risale-i Nur'un en parlak birer nurudurlar. Ve Aişe-i Sıddîka Radıyallahü anhanın beraeti münasebetiyle, âyet-i Nur'un مَثَلُ نُورِهِ kelimesindeki zamir, üç vecihten birisi ile Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma râci olmak haysiyetiyle Sûre-i Nur Zât-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm ile ziyade alâkadar bulunduğundan, o sûre ile Risalet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmı isbat eden o iki risaleye iki nur lâfziyle, belki üç nur kelimeleriyle yine aynen risalet-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmı isbat eden "Mi'rac Risalesi"ne dahi işaret etmiş. Ben itiraf ediyorum ki: Ondördüncü Mektup noksan kaldığını unutmuştum. Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) aynı sûreyi iki def'a tekrar etmesiyle tahattur ettim ve işârâtındaki dikkatine hayran oldum. Fakat o tekrar, yalnız "Ondokuzuncu Söz ve Mektub" için sayılır; ondan sonrakilere nisbeten sayılmaz. ÜÇÜNCÜ REMZ: "Yirmisekizinci Lem'a"da izah ve isbat edilen تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً { تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا تَنَوَّرَتْ بِنُورِ جَلاَلٍ بَازِخٍ وَ شَرَنْطَخٍ { بِقُدُّوسِ بَرْكُوتٍ بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ fıkralariyle Risale-i Nur'un üç ehemmiyetli vaziyetini haber veriyor. Bu fıkraların sarahata yakın bir surette hem cifir, hem mâna cihetiyle Risale-i Nur'a işâretini "Onsekizinci Lem'a"da îzahına binaen, burada ise orada zikredilmeyen ve İmam-ı Ali Radıyallahü anhünün nazar-ı dikkatini celbeden yalnız üç sırrı beyan edilecek. Birincisi:İslâmlar içinde, dellâllar elinde teşhir suretinde gezdirmeye lâyık olan Risale-i Nur, maatteessüf gayet gizli perde altında intişar ve istitara mecbur olmasına işareten İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, iki defa سِرًّا بَيَانَةً ve سِرًّا تَنَوَّرَتْ kelimeleriyle سِرًّاyani yalnız gizli intişar edebilir. Müteaccibane haber veriyor. İkincisi: Risale-i Nur, İsm-i A'zam cilvesiyle ve İsm-i Rahîm ve Hakîm'in tecellisiyle zuhur ettiğinden imtiyazlı hassası "Allahü Ekber"den iktibasen celal ve kibriya, "Bismillahirrahmanirrahîm"den istifazaten merhamet ve şefkat, وَ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ den istifadeten hikmet ve intizamın esasları üzerine gidiyor. Onun ruhu ve hayatı onlardır. Sair meşreblerdeki aşk yerinde, Risale-i Nur'un meşrebinde müştakane şefkattir ve re'fetkârane muhabbettir. Nasılki Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) sarih bir surette Siracünnur'un tarih-i te'lifini ve tekemmül zamanını ve meşhur ismini تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ fıkrasıyla haber vermiş. Öyle de بِنُورِ جَلاَلٍ بَازِخٍ وَ شَرَنْطَخٍ ilâ âhir.. fıkrasıyla da Siracünnur'un esaslarından haber veriyor. Çünki جَلاَلٍ بَازِخٍ izzet, azamet ve celal ve kibriyadır. شَرَنْطَخٍ Süryanîce Rauf ve رْكُوتٍڊRahîm'dir. Demek Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh Siracünnur'u tarif ediyor. Hayatını ve nurunu, kibriya ve azamet ve re'fet ve rahîmiyetten alıyor diye mümtaz hâsiyetini beyan eder. Üçüncüsü: Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü anhü bu fıkrada بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ cümlesiyle diyor ki: Bin üçyüz ellidörtte Sirac-ün-Nur -yâni Risale-i Nur'un nuru- ile dalâletin tecavüz eden nârı inşâallah sönecek. Yâni, fitne-i dîniye ateşini, ya tahribattan vaz geçirecek, veya ileri tecavüzatını kıracak. Eğer Hicrî tarihi olsa, bundan iki sene evvel, dini dünyadan tefrik fırsatından istifade ile, dinin ve Kur'ân'ın zararına olarak ilerliyen dehşetli tasavvuratın tecavüzatı tevakkuf etmesi, elbette karşılarında kuvvetli bir seddin bulunmasındandır. O sed ise, bu zamanda çok intişar eden Risale-i Nur'un keskin hüccetleri ve kuvvetli bürhanları olduğu çok emâreler ile hissediliyor. Ve bu ikinci ihtimaldeki işâret-i Aleviye dahi onu te'yid ediyor. (Hâşiye) Evet cifirce بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ :
خ altıyüz, ت dörtyüz, ر ikiyüz, şeddeli ن yüz, م kırk, د ve üç elif yedi, بِهِ deki ب iki, ه- beş, yekûnu bin üçyüz ellidört (1354) eder. Lillâhilhamd, Sirac-ün-Nurun El-Âyet-ül-Kübrâsı gibi çok risaleleri var. Herbiri kuvvetli birer lâmba hükmünde sırat-ı müstakîmi gösterip İmam-ı Ali Radıyallahü anhünün haberini tasdik ediyorlar. Bu üçüncü sırrın münasebetiyle aynen بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ gibi bin üçyüz ellidört tarihine makam-ı cifrîsiyle bakan ve Said'in (R.A.) iki mâruf lâkabına remzen ve ismen îma eden ve "kendini muhafaza et" emrini veren ve o tarihte herkesten ziyade müteaddit tehlikelere maruz bulunacağını telvih eden "Ercüze"nin âhirlerindeki: فَاسْئَلْ لِمَوْلاَكَ الْعَظِيمِ الشَّانِ يَا مُدْرِكًا لِذلِكَ الزَّمَانِ بِاَنْ يَقِيكَ شَرَّ تِلْكَ الْفِتْنَةِوَ شَرَّ كُلِّ كُرْبَةٍ وَ مِحْنَةٍ fıkrasiyle diyor: "Ya Said-el-Kürdî! Bin üçyüz ellidört tarihine yetişirsen Mevlâ-yı Azîminden, o zamanın ve o asrın fitne ve şerlerinden muhafazanı iste ve yalvar." Evet Onsekizinci Lem'ada Birinci Keramet-i Aleviyenin izahında, Kaside-i Ercûziyenin Risale-i Nur ve müellifine dair işârât-ı gaybiyesi beyan edilmiş. İsm-i âzam ve sekine tâbir ettiği esmâ-i sitte-i meşhure ile daima meşgul olan bir şâkirdiyle konuştuğu ve teselli verdiği ve çok emâreler ve karinelerle o şâkird, Said olduğu isbat edilmiş. Ve orada o şâkirdine demiş: اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا بِتَّ بِهَا اْلاَمِيرُ وَالْفَقِيرَا Yani, ecnebi hurufları bin üçyüz kırksekizde (1348) tamim edilecek, çoluk-çocuk, emirler ve fakirler icbar suretinde gece dersleriyle öğrenmeye çalışacaklar. |
| | | | Hz. Alinin kaside-i Celcelutiyede Risale-i Nur'a işaretlerinin mahiyeti nedir? | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|