Kıyâmet günü, Cenâb-ı Hak, Levh-i Mahfûz’a emâneti olan Kur’ân-ı Kerîm’i sorar. Levh-i Mahfûz, emâneti İsrâfil (a.s.)’a teslim ettiğini; İsrâfil (a.s.) Mikâil (a.s.)’a; Mikâil (a.s.) Cebrâil (a.s.)’a, Cebrâil (a.s.) da Peygamber Efendimiz’e teslim ettiğini söyler.
Peygamber Efendimiz Huzûrullâh’a da’vet edilir. Cenâb-ı Hak habîbine sorar: Yâ Muhammed! Cebrâil’in emâneti sana ulaştı mı? Peygamber Efendimiz: “Evet, Yâ Rab! Onu ümmetime tebliğ ettim.”, buyurur. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak: “Çağırın ümmet-i Muhammedi, onlara emânetimden suâl edeceğim”, buyurur. Peygamber Efendimiz: “Yâ Rab! Ümmetim zayıf kimselerdir. Senin huzuruna çıkmaya güç yetiremezler. Cenâb-ı Hak: “Ey habîbim! Onları getirmen lazım.’, buyurunca Peygamber Efendimiz: “Bana izin ver Yâ Rab! Âdem (a.s.)’a gideyim.” İzin verilir ve Peygamber Efendimiz Âdem (a.s.)’ın yanına giderek şöyle buyurur: “Ya Âdem! Sen beşerin babası, ben ise nebîsiyim. Onlara bir sıkıntı isâbet ederse, her ikimiz de üzülürüz. Sen ümmetimin günâhlarının yarısını, ben de yarısını yükleneyim de, ümmetimin hepsi suâlden kurtulsun.” Adem (a.s.) şöyle cevap verir: “Yâ Muhammed! Ben kendi nefsim ile meşgulüm. Buna güç yetiremem.”
Peygamber Efendimiz bu cevabı alınca, üzgün bir şekilde Âdem (a.s.)’ın yanından ayrılır ve Arş-ı A’lâ’nın altına gelip, secdeye kapanarak, ağlamaya başlar. Bu ağlama esnasında, Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvarır: “Yâ Rab! Ben, senden ne nefsimi, ne kızım Fâtıma’yı, ne de torunlarım Hasan ve Hüseyin’i istiyorum; Senden ümmetimi istiyorum, Yâ Rab! Onları bağışla.” Bu ilticâ üzerine Cenâb-ı Hak habîbine seslenerek: “Kaldır başını Ey Habîbim! Ümmetini affettim ve onları sana verdim”, buyururlar. (Hak Dîni Kur’ân Dili 8/5894)