Sözler: (16.Söz 4. Şua)
DÖRDÜNCÜ ŞUA: İşte ey tenbel nefsim! Bir nevi Mi’rac hükmünde olan namazın hakikatı; sâbık temsilde bir nefer, mahz-ı lütuf olarak Huzur-u şâhâneye kabûlü gibi; mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ve Mâbud-u Cemil-i Zülcelâl’in huzuruna kabûlündür. “Allahü Ekber” deyip, mânen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip bir mertebe-i külliye-i ubûdiyete veya küllînin bir gölgesine veya bir Sûretine çıkıp, bir nevi huzura müşerref olup, اِيَّاكَ نَعْبُدُhitabına (herkesin kabiliyeti nisbetinde) bir mazhariyet-i azîmedir. Âdeta, harekât-ı salâtiyede tekrarla “Allahu Ekber” “Allahu Ekber” demekle kat-ı merâtib ve terakkiyat-ı mâneviyeye ve cüz’iyattan devair-i külliyeye çıkmasına bir işarettir ve mârifetimiz haricindeki kemâlât-ı kibriyâ sının mücmel bir ünvanıdır. Güya herbir “Allahü Ekber" bir basamak-ı mi'raciyeyi kat'ına işarettir. İşte şu hakikat-ı salâttan mânen veya niyeten veya tasavvuren veya hayalen bir gölgesine, bir şuaına mazhariyet dahi, büyük bir saadettir. İşte Hacda pek kesretli "Allahü Ekber" denilmesi, şu sırdandır. Çünki: Hacc-ı Şerif bil'asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir. Nasılki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de: Bir Hacı, ne kadar ami de olsa, kat'-ı merâtib etmiş bir veli gibi umum aktar-ı arzın Rabb-ı Azîmi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubûdiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette hac miftahıyla açılan merâtib-i külliye-i Rubûbiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfâk-ı âzamet-i Ulûhiyet ve şeâiriyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devâir-i ubûdiyet ve merâtib-i kibriyâ ve ufk-u tecelliyâtın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i Rubûbiyet "Allahü Ekber"
"Allahü Ekber" ile teskin edilebilir ve onunla o merâtib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvire ilân edilebilir. Hacdan sonra şu mânâyı, ulvî ve küllî muhtelif derecelerde bayram namazında, yağmur namazında, husuf küsuf namazında, Cemâatle kılınan namazda bulunur. İşte şeair-i İslâmiyenin velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.
Şualar: (11.Şua 8.Meselenin sonu)
Bu makam yazıldığı zaman Kurban Bayramı geldi. اَللَّهُ اَكْبَرُ اَللَّهُ اَكْبَرُ اَللَّهُ اَكْبَرُ ler ile nev'-i beşerin beşten birisine, üçyüz milyon insanlara birden اَللَّهُ اَكْبَرُ dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nisbetinde اَللَّهُ اَكْبَرُ kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmibinden ziyade hacıların Arafat'ta ve îd'de beraber birden اَللَّهُ اَكْبَرُ demeleri, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın binüçyüz sene evvel âl ve sahabeleriyle söylediği ve emrettiği اَللَّهُ اَكْبَرُ kelâmının bir nevi aks-i sadası olarak rububiyet-i İlahiyenin
رَبُّ الْاَرْضِ وَ رَبُّ الْعَالَمِينَ azamet-i ünvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubudiyetle bir mukabeledir, diye tahayyül ve his ve kanaat ettim.
Sonra, acaba bu kelâm-ı kudsînin bizim mes'elemizle dahi münasebeti var mı diye tahattur ettim. Birden hatıra geldi ki, başta bu kelâm olarak sair bâkiyat-ı sâlihat ünvanını taşıyan اللَّهِ* وَالْحَمْدُ للَّهِ * وَلاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ سُبْحَانَgibi şeairden çok kelâmlar cüz'î ve küllî mes'elemizi ihtar ve tahakkukuna işaret ederler. Meselâ اَللَّهُ اَكْبَرُ in bir vech-i manası, Cenab-ı Hakk'ın kudreti ve ilmi herşeyin fevkinde büyüktür, hiçbir şey daire-i ilminden çıkamaz, tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür. Demek haşri getirmekten ve bizi ademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acib ve tavr-ı aklın haricindeki herşeyden daha büyüktür ki, مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ âyetinin sarahat-ı kat'iyesi ile nev'-i beşerin haşri ve neşri, birtek nefsin icadı kadar o kudrete kolay gelir. Bu mana itibariyledir ki, darb-ı mesel hükmünde büyük musibetlere ve büyük maksadlara karşı, herkes "Allah büyüktür, Allah büyüktür" der.. kendine teselli ve kuvvet ve nokta-i istinad yapar.
Evet nasılki Dokuzuncu Söz'de, bu kelime iki arkadaşıyla bütün ibadatın fihristesi olan namazın çekirdekleri ve hülâsaları ve içinde ve tesbihatında tekrar ile namazın manasını takviye için سُبْحَانَ اللَّهِ اَلْحَمْدُ للَّهِ اَللَّهُ اَكْبَرُ üç muazzam hakikatlara ve insanın kâinatta gördüğü medar-ı hayret, medar-ı şükran ve medar-ı azamet ve kibriya, acib ve güzel ve büyük, pekçok fevkalâde şeylerden aldığı hayret ve lezzet ve heybetten neş'et eden suallerine pek kuvvetli cevab verdiği gibi, Onaltıncı Söz'ün âhirinde izah edilen şu: Nasıl bir nefer, bayramda bir müşir ile beraber huzur-u padişaha girer; sair vakitte, zabitinin makamı ile onu tanır. Aynen öyle de; her adam haccda bir derece veliler gibi Cenab-ı Hakk'ı رَبُّ الاَرْضِ وَرَبُّ العَالَمِينَ ünvanı ile tanımağa başlar. Ve o kibriya mertebeleri kalbine açıldıkça, ruhunu istila eden mükerrer ve hararetli hayret suallerine yine اَللَّهُ اَكْبَرُ tekrarıyla umumuna cevab verdiği misillü; Onüçüncü Lem'a'nın âhirinde izahı bulunan ki, şeytanların en ehemmiyetli desiselerini köküyle kesip cevab-ı kat'î veren yine اَللَّهُ اَكْبَر olduğu gibi; bizim âhiret hakkındaki sualimize de kısa fakat kuvvetli cevab verdiği misillü, اَلْحَمْدُ للَّهِ cümlesi dahi haşri ihtar edip ister. Bize der: "Mânam âhiretsiz olmaz. Çünki, ezelden ebede kadar her kimden ve her kime karşı bütün hamd ve şükür Ona mahsustur, ifade ettiğimden, bütün nimetlerin başı ve nimetleri hakikî nimet yapan ve bütün zîşuuru ademin hadsiz musibetlerinden kurtaran, yalnız saadet-i ebediye olabilir. Ve benim o küllî manama mukabele eder."
Evet her mü'min namazlardan sonra, her gün hiç olmazsa yüzelliden ziyade
şeranاَلْحَمْدُ للَّهِ اَلْحَمْدُ للَّهِdemesi ve mânası da ezelden ebede kadar bir hadsiz geniş hamd ve şükrü ifade etmesi, ancak ve ancak saadet-i ebediyenin ve Cennet'in peşin bir fiatı ve muaccel bir bahasıdır. Ve dünyanın kısa ve fâni elemlerle âlûde olan nimetlerine münhasır olmaz ve mahsus değil ve onlara da ebedî nimetlere vesile olmaları cihetiyle bakar, şükretesbihlerسُبْحَا نَ اللَّهِkelime-i kudsiyesi ise, Cenab-ı Hakk'ı şerikten, kusurdan, noksaniyetten, zulümden, aczden, merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemâl ve cemâl ve celâline muhalif olan bütün kusurattan takdis ve tenzih etmek manasıyla, saadet-i ebediyeyi ve celâl ve cemal ve kemâl-i saltanatının haşmetine medar olan dâr-ı âhireti ve ondaki Cennet'i ihtar edip delalet ve işaret eder. Yoksa sâbıkan isbat edildiği gibi, saadet-i ebediye olmazsa hem saltanatı, hem kemali, hem celal, hem cemal, hem rahmeti, kusur ve noksan lekeleriyle lekedar olurlar. İşte bu üç kudsî kelimeler gibi,
لاَاِلَهَ الاَّ اللَّه ve بِسْمِ اللَّهِ ve sair kelimat-ı mübareke, herbiri erkân-ı îmaniyenin birer çekirdeği ve bu zamanda keşfedilen et hülâsası ve şeker hülâsası gibi, hem erkân-ı îmaniyenin hem Kur'an hakikatlarının hülâsaları ve bu üçü namazın çekirdekleri oldukları gibi, Kur'anın dahi çekirdekleri ve parlak bir kısım sûrelerin başlarında pırlanta gibi görünmeleri ve çok sünuhatı tesbihatta başlayan Risâle-i Nur'un dahi hakikî madenleri ve esasları ve hakikatlarının çekirdekleridirler. Ve velayet-i Ahmediye ve ubudiyet-i Muhammediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) cihetinde, öyle bir daire-i zikirde, namazdan sonraki tesbihatta bir tarîkat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) virdidirler ki, her namaz vaktinde yüz milyondan ziyade mü'minler beraber, o halka-i kübra-yı zikirde, ellerinde tesbihlerسُبْحَا نَ اللَّهِ otuzüç, اَلْحَمْدُللَّهِ otuzüç, اَللَّهُ اَكْبَر otuzüç defa da tekrar ederler.
İşte böyle gayet muhteşem bir halka-i zikirde, sâbıkan beyan ettiğimiz gibi hem Kur'an'ın, hem îmanın, hem namazın hülâsaları ve çekirdekleri olan o üç kelime-i mübarekeyi namazdan sonra otuzüçer defa okumak ne kadar kıymetdar ve sevablı olduğunu elbette anladınız.
Bu risalenin başında Birinci Mes'elesi namaza dair güzel bir ders olduğu gibi hiç düşünmediğim halde, âdeta ihtiyarsız olarak, onun âhiri de namaz tesbihatına dair ehemmiyetli bir ders oldu.
َلْحَمْدُ ِللّهِ عَلَى اِنْعَامِهِ
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيم