Günümüz Müslümanlarının yaşadığı coğrafyaya bakılacak olunursa, Batı Afrika'dan Uzakdoğu'ya kadar yayılan geniş bir alan göze çarpar. Bu topraklarda yaşayan Müslümanların toplam nüfusu ise milyarı çoktan geçmiştir. Bu, bilim ve teknoloji üretme adına çok büyük bir potansiyel oluşturur.
Geçmişe kıyasla, kaynakları daha zengin olmasına karşın, İslam aleminin bugün yetiştirebildiği dünyaca tanınmış bilim adamlarının sayısı birkaçı geçmez. Üstelik İslam ülkelerinde, teknoloji üretimi hemen hemen hiç yok gibidir.
Bugün Müslümanların elinde bulunan ve teknolojik olarak nitelendirilebilecek hemen her şey; ya Müslüman olmayan toplumlardan doğrudan alınmıştır ya da patent kullanımı ile üretilmiştir.
Burada, can alıcı bir soru çıkmaktadır karşımıza: Müslümanlar, geçmişte son derece görkemli ve köklü bir medeniyete sahipken, bugün bilime neden ciddi anlamda bir katkı sağlayamamaktadırlarlar?
Bu sorunun cevabı, günümüz Müslümanlarının gelir dağılımı ya da eğitim düzeyleri ele alınarak verilmeye çalışılabilir. Ancak, İslam dünyasının geçmişte gerçekleştirdiği büyük atılımın nedenlerini, kaynağını bulmak ve bunların bugün ne kadarının mevcut olduğuna bakmak, daha sağlıklı tespitler yapma imkanını verecektir.
Müslümanları, çölün iptidai şartlarından alıp zamanın en üstün bilim ve uygarlık seviyesine ulaştıran şey, yeni bir ahlak ve eğitim anlayışıdır. Bütün gücünü ve enerjisini nifak, kavga ve çekişmeye harcayan ve bütün medeni ve sosyal toplumlardan uzak yaşayan kabileler; Kuran ışığında aldıkları ahlaki eğitim ve terbiye sayesinde süratle değişime uğramış, hızla kenetlenip birlik içine girmiştir. Edindikleri gücü ve maddi imkanları doğru yolda kullanmış ve çok kısa bir sürede baş döndürücü bir hızla ilerleyen Müslümanlar, çok güçlü devletler kurarak insanları adalet ve istikrarla tanıştırmışlardır.
Şu bir gerçektir ki, bir milletin kalıcı olabilmesi ve kalkınmasını sürdürebilmesi için, güçlü ve esaslı temellere ve mükemmel bir ahlakî yapıya ihtiyacı vardır. İslam, kendi toplumuna kazandırdığı güç ve kalıcılığı, topla tüfekle sağlamış değildir; bilakis, İslam, fikir ve düşünceleri besleyerek işe başlamış, önce düşünceleri doğru yola sevk etmiş, topluma adalet, kardeşlik, merhamet ve sevgi ruhu aşılamıştır. Böyle bir ortamda, insanlara bilim sevgisi de aşılanmış ve kısa zamanda da bu aşı tutmuştur.
Müslümanlar, gerçek Kuran ahlakından ayrılmamış ve İslam'ın gerçeğinden uzaklaşmamış olsalardı; zamanında kurulmuş olan güçlü dayanışma ile oluşan bütün imkanlar korunabilecekti.
Söz konusu tarihi gelişmeler göstermektedir ki; bilgileri ile övünç duyan, ancak yersiz bir gurura kapılmayan Müslüman bilim adamları kendilerini ve yaşadıkları dönemleri sürekli geliştirmişlerdir.
Bilgilerinin kaynağının Kuran-ı Kerim olduğunu, bilime ve bilimsel gelişmelere işaret eden Kuran ayetlerinden kuvvet aldıklarını, Allah'ın mucizelerinin kendilerini hep yeni araştırmalara yönlendirdiğini, Allah'ın dilemesi dışında bir bilgiye sahip olamayacaklarını zikreden İslam alimleri; İslam biliminin her alanda, kendinden önceki sistemlerin önüne geçmesine vesile olmuşlardır.
Allah adına imanî, sorumluluğun belirlediği çerçevede bilime hizmet eden, ilimin ancak Allah katında olduğunu bilen alimler, yaşadıkları döneme ve sonrasına nasıl rehberlik edebilmişse; güçlü bir samimiyetle Kuran'ın hikmetine sığınan bu günkü bilim adamlarımız da, bundan sonraki yüzyılları aydınlatacak gelişmelere, Allah'ın izniyle imza atacaklardır.
Bilgi ve teknolojinin Allah rızasını gözetmek ve O'na şükretmek için kullanılması, Hz. Süleyman devrinde olduğu gibi günümüzde de bu nimetlerin güzelliğini ve sayısını şüphesiz arttıracaktır. Ahir zaman ya da Altınçağ olarak bilinen devrin gelmesiyle insanlar buna şahit olacaklardır.
Altınçağ, Hz. Peygamber tarafından 1400 yıl önce ayrıntılarıyla anlatılan, bilim ve teknolojinin en üst düzeye ulaşacağı bir çağdır.
G. Hamel ve C. K. Prahald, "Geleceğe Yarış" (Competing for the Future) adlı kitaplarında, gelecekteki teknoloji ile ilgili olarak şunları söylüyorlar:
"Yakın bir gelecekte, şu anda henüz kuluçka döneminde bulunan bütünüyle yeni sektörler ortaya çıkacaktır: Mikrorobot sanayi (mikroskobik parçalardan oluşan ve birçok şeyin yanı sıra tıkanan kalp damarlarını da açabilecek olan minyatür robotlar), çeviri makineleri sanayii (farklı dillerde konuşan insanlar arasında anında çeviri yapılmasını sağlayacak telefonlar vb. araçlar), dünyanın bilgi ve eğlence birikimine anında ulaşmanızı sağlayacak dijital yollar, kentlerdeki trafik sıkışıklığını giderecek otomatik yeraltı sistemleri, insanları uçak yolcuklarının yıpratıcılığından kurtaracak "sanal" toplantı salonları, canlılar dünyasındaki malzemelerin harika özelliklerini kopyalayabilecek biyomimetik malzemeler, size gezegenin herhangi bir yerinden evinize telefon etme imkanı sunacak uydu bağlantılı kişisel iletişim aygıtları, insanlarla tamamen yeni bir tarzda ilişki kuracak duygu, etkileşim ve öğrenme yeteneklerine sahip makineler ve biyo-arındırma (dünyanın çevresini temizlemeye yardım edecek ihtiyaca göre tasarlanmış organizmalar)..."
Bilim ve teknolojiyle birlikte giderek hızlanan ve kolaylaşan iletişim ve ulaşım sayesinde; bir zamanların milletlerarası seyahatleri, bir semtten diğer bir semte gitmek kadar kolay olacaktır.
Şu anda da kullanılan cep bilgisayarları sayesinde, iletişim en kolay ve en güçlü şekilde anında sağlanacaktır. Bu sistemlerin emniyet birimleri tarafından sıkça kullanılması sayesinde de suç ve suçlu oranlarında da büyük bir düşüş yaşanacaktır. Böylece toplumlar, daha rahat ve huzur içinde hayatlarını sürdürme imkanına kavuşacaklar.
Ziraat mühendisleri ve tarım konusuyla ilgilenen bilim adamlarına göre, dünyada insan besini olmaya uygun 80 bin kadar bitki türü vardır. Tarih boyunca, bunlardan üç bin kadarı yiyecek olarak kullanılmış; fakat, yalnızca 150 tür geniş çapta yetiştirilmiştir. Günümüzde ise, tüm dünyada yalnızca 15 kadar bitki türü, nüfusun yüzde 90'ını doyurmaktadır. Sadece üç tür, (buğday, pirinç, mısır) dünya tahıl üretiminin üçte ikisini oluşturmaktadır. Demek ki, yeryüzünde besin olarak kullanılmaya uygun türlerin çok küçük bir bölümünden yararlanılmakta, üstelik yaygın olarak yetiştirilen tür sayısı da giderek azalmaktadır.
Gelişen teknolojiyle ve suyun verimsiz çöl topraklarına ulaştırılmasıyla, bu bölgelerde tarım yapıl ması kolaylaşmıştır. Bütün çöllerde bu sistemler uygulandığında, tüm dünyada önemli miktarda üretim artışı sağlanacaktır.
Tıptaki gelişmeler sayesinde, insan sağlığı çok daha iyi bir düzeye ulaşacak, herkese sağlık hizmeti verilebilir duruma gelinecektir. Hücre ve DNA konusundaki araştırmaların artması ve geliştirilmesiyle, insanlar daha uzun ömürlü olacaklardır.
Bütün bunlar, sadece Allah'ın nimetine şükredilmesi vesilesiyle olacaktır. Yüce Allah'ın nimetlerine şükredilmesinde bir gevşeklik yaşanmazsa, Allah nimetlerini yaymaya ve onları arttırmaya devam edeceğini, bize şu ayetiyle müjdelemektedir:
Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir. (Enfal Suresi, 53)
Harun yahya