DİN TAHRİFÇİLERİ
“Şimdi (ey müminler) onların size inanacaklarını mı sanıyorsunuz? Oysaki onlardan bir kısmı, ALLAH’ın kelamını işitirler de iyice anladıktan sonra bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)
İnsanlık tarihine baktığımızda ne gariptir ki, tamire müvekkel kılınan insan, sanki tahrife müvekkel kılınmışçasına, kimi zaman bilerek, kimi zaman bilmeyerek, kâinattaki ölçü ve dengeleri tahrife (bozma, değiştirme, çaptırmaya) yönelmiştir.
Bunu tarihimizde ve günümüzde tarihin her alanında görmek mümkündür. ALLAH’ı inkâr, ALLAH’a isyan, ALLAH’ın ahkâmını keyfî yorumlama, insanın yaradılış gayesini unutmuş, nefsinin şeytana uyması, kötü ahlakları huy edinmesi, keyfî bir şekilde suretine müdahale (estetik v.b) etmesi, tabiata müdahale, bilinçsiz ziraî mücadele, hayvan ve bitkilerin fıtratlarına müdahale, hepsi birer tahrifattır. Tabiata bilinçsiz müdahale günümüzde küresel ısınma v.b sıkıntılara kapı aralamıştır.
Maddî ve manevî hayata yönelik her türlü bilinçsizlik ve bilgisiz müdahale, insanın o alanla ilgili mezarını kazmasına sebep olmakta ve olacaktır da.
Biz burada manevî hayatla ilgili tahrifata değinmeğe çalışacağız.
Yukarıya almış olduğumuz ayet-i celilede Rabbimiz, ayetleri işitip iyice anladıktan sonra bile bile tahrif edenleri bize haber vermektedir. Bunlar Medine yahudileri idi. Bu yahudiler İslam Medine’ye ulaşmadan evvel komşuları olan Araplara peygamberlik, vahiy, melek, ilâhî kitap vb hakkında pek çok şey söylemişlerdi. Medineli Araplar da İslam Medine’ye ulaşınca gruplar halinde Peygamber Efendimizi tasdik ettiler. Doğal olarak bir peygamber geleceğini kendilerine bildiren yahudilerin de İslam’a gireceklerini düşünüyorlardı. Bu olmayınca da onlara gidip İslam’ı tebliğ etmeye başladılar. Fakat onlar İslam’ı kabul etmeyişlerini İslam aleyhine delil olarak kabul edip, “Muhammed sallALLAHu aleyhi ve sellem gerçekten ALLAH’ın elçisi olsaydı, kitabı bilen bu âlim insanlar onu reddetmezdi” diyorlardı. Rabbimiz bu yanlış düşüncenin önüne set koyarak yahudilerin geçmiş tarihleri haber verip onlardan beklenenin ancak böyle bir tavır olacağına dikkat çekti.
Nitekim Rabbimiz onların kendi kitapları Tevrat’a yaptıkları tahrifi de haber vererek:
“Vay kitabı elleri ile yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, “bu ALLAH katındandır” diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına, vay kazandıklarına!” (Bakara 79) buyurdular.
Onlar sadece ilâhî kitapları kendi arzu ve isteklerine uydurmak için değiştirmekle kalmamış, kendi uydurdukları kanun ve teorilerini de kitaba ekleyerek ALLAH’tan diye ortaya koymuşlardır.
Diğer bir ayet-i celilede de bu hususa şu şekilde dikkat çekilmekte:
“Onlardan bir kısmı okuduklarını sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Hâlbuki okudukları kitaptan değildir. Söyledikleri ALLAH katından olmadığı halde, bu ALLAH katındandır? derler. Onlar bile bile ALLAH’a iftira ediyorlar.” (Âl-i İmran 78)
Bu ayet yahudilerin, kitabın sözlerini kasten yanlış telaffuz ederek ya da kitapta olmayan sözleri kitabın sözleriymiş gibi söyleyerek kitabın anlamını çarpıttıkları haber verilmektedir.
Onlar sadece kendi kitaplarını tahrif etmekle kalmamış, sonra gelen ilâhî kitaplar ve peygamberlerini de alaya alarak kelimelerle oynamışlardı.
Nitekim Rabbimiz Nisa suresinde 46. ayette bu durumu şöyle haber verir.
“Yahudilerden bir kısmı, (ALLAH'ın kitabındaki) kelimeleri esas mânâsından kaydırıp; dillerini eğerek ve dine saldırarak, "sözünü işittik, emirlerine isyan ettik, dinle, dinlemez olası ve râinâ (bizi gözet)" diyorlar. Hâlbuki onlar, "işittik ve itaat ettik; dinle ve bize de bak" deselerdi bu, kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat ALLAH, küfürleri yüzünden kendilerini lanetlemiştir. Artık onlar, pek azı müstesna, iman etmezler.” (Nisa 46)
Bu ayette de yahudilerin sözleri yanlış telaffuz ederek, yerlerini değiştirerek, dili eğip bükerek çarpıttıkları anlaşılmaktadır. Müfessirlerin nakline göre yahudilerin “kötü ve incitici söz işitmeyesin!” sözü yerine “işitmez olası” demişlerdi. Birincisi kibar bir ifade, güzel bir dua, ikincisi hakarettir. “İşittik ve itaat ettik” sözünü de “işittik ve isyan ettik” şekline dönüştürerek söylemişlerdi. Yine Arapçada birinin yardımını talep için söylenen “raina” kelimesini, İbranicede sövme anlamı taşıyacak şekilde söylediler. Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve selleme selam verdikleri zaman da kasten selam kelimesinin lamını gizleyerek “es-samu aleyküm” dedikleri aktarılmaktadır. Samu, ölüm anlamına gelir.
Böylece onlar sanki selam veriyormuş gibi davranarak Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve selleme ölüm temenni ediyorlar, Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellemin bunu fark etmediğini sanıyorlardı. Oysa Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellemin durumun farkında idi ve kendisi bu selamını “Ve aleyküm/sizin üzerinize de olsun” şeklinde alırdı.
Rabbimiz, yaptıklarının yanlış olduğunu ve netice itibari ile bundan dönmedikleri takdirde pişman olacaklarını değişik kıssalarla yahudilere haber verdiyse de onlar bildiklerinden şaşmadılar ve yanlış da ısrar etmeye devam ettiler.
Rabbimiz Maide suresinin 27-30. ayet-i celilelerinde Habil-Kabil kıssasından bahsederek şöyle buyuruyor:
“Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyla oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine): “Seni öldüreceğim" demişti. Diğeri ise şöyle demişti: “ALLAH, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder. ALLAH'a yemin ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben âlemlerin Rabbi olan ALLAH'tan korkarım. Ben isterim ki sen, benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip ateş halkından olasın! Zalimlerin cezası budur." Bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyenin nefsi kendisini, kardeşini öldürmeye teşvik etti ve onu öldürdü. Böylece zarara uğrayanlardan oldu.”
Yahudilere bu kıssanın anlatılmasındaki hikmet, haksızlık ve kıskançlığın kardeşi kardeşe öldürtecek kadar kötü olduğu, neticesinde pişmanlık ve ziyana uğramak olduğunu haber vermektedir. Çünkü yahudiler ve Araplar da kökende kardeş idiler.
Yahudiler, Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ın soyundan, Kureyş Arapları da Hz. İbrahim’in diğer oğlu İsmail’in soyundan gelmişlerdi. Bu durum Habil ve Kabil olayına benzetilerek yahudiler uyarılıyordu. ALLAH’ın dinine yönelik tahrifat faaliyetleri geçmişte, günümüzde ve gelecekte yahudisiyle, hıristiyanıyla ve batıl din mensuplarıyla devam etmiş ve edecektir.
İkiyüz yıl gibi bir zaman süresince devam eden haçlı savaşları ile hedefine ulaşamayan haçlı zihniyeti İslam’ın temel kaynaklarına yönelik çalışmalara başlamış ve bunun neticesinde oryantalistler eliyle büyük bir tahrifat başlatmış. Bunlar eliyle ekilen tohumlar da İslam âleminde “modern İslam düşüncesi” adı altında baş vermeye başlamıştır.
Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem döneminde başlayıp günümüze kadar devam eden dış kaynaklı tahrifat çalışmaları içinde de kendine her zaman yardımcı çömezler bulmuştur. Maalesef geçmişte ve günümüz de bazı İslamî guruplar da bu tahrifata ortak olmuşlardır. Mesela hazreti Ali radıyALLAHu anh döneminde ortaya çıkan Haricîler, “Biz sadece Kur’an’a ve bizden olanların rivayetlerine güveniriz” derler. Gulat-ı Şia’dan bir kısım ise sünneti inkâra, Kur’an’ı özetlemeye ve işi hazreti Ali’nin nübüvvetine inanmaya kadar götürmüşlerdir. Mutezile ise Kur’an’da açıkça yer almayan fakat sünnette sabit olan bazı konuları kabul etmez. Mürcie fırkası günahları mümine zarar vermez derken; Cebriye de “biz ALLAH’ın kaderi önünde rüzgâr önündeki kuru yaprak gibiyiz, ne günahtan dolayı cezayı ne de sevaptan dolayı mükâfatı hak etmeyiz” derler.
Bütün bunlara karşı Ehlisünnet fırkası, Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellemin, “Size onlara sarıldıkça sapmayacağınız iki şey bıraktım. Onlar ALLAH’ın kitabı ve benim sünnetimdir.” (Tirmizî) tavsiyesi doğrultusunda, Kur’an ve sünnet öğretilerine sıkı sıkı sarılarak ümmetin itidal ve denge merkezi olmuştur.
Rabbimiz Teala ve tekaddes hazretleri önceki dinlerin korunmasını müntesiplerine verirken son ilâhî dinin korunmasını kendi üzerine almış ve “Şüphesiz o zikri biz indirdik! Onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hicr 9) buyurmuştur. Bundan dolayıdır ki İslam düşmanları şüphe uyandırmak için sünnete yönelmişlerdir. Böylece İslam’ın hedef ve amaçları, din âlimleri ve İslam medeniyeti ile ilgili tahrifat yapmışlardır. Bu çalışmalar neticesinde İslam dünyasında modernist çalışmalar baş göstermiştir.
Modern İslam düşüncesinin bayraktarlarından Fazlur Rahman bu gerçeği şu şekilde dile getirmektedir.
“İslamî gelişmelerin ilk safhaları ile daha sonraki safhaları arasındaki bu fark bize açıkça göstermektedir. Oryantalistlerin çok büyük katkılarda bulundukları bu tarihsel keşif, artık bu dört ilkeyle -Kuran, sünnet, ictihad ve icma ilkeleriyle- ilgili geleneksel ortaçağ tarihinin arkasına gizlenemez.”
Burada geleneğin yıkılması ardına dinin tahrifi gizlenmiştir.
Sünnet etrafında şüpheler oluşturularak dinin tahrifine yöneleceğini asırlar öncesinden nübüvvet nuruyla Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem efendimiz şu şekilde haber veriyordu:
“Sakın sizden birinizi emrettiğim veya men ettiğim hususlarda biri kendisine gelince koltuğuna yaslanmış olduğu halde “bilmiyorum ALLAH’ın kitabında ne bulursak ona uyarız” derken bulmayayım.” (Ebu Davud, Tirmizî, İ. Mâce)
Diğer bir hadis-i şerifte:
“Bir adama hadisim söylenir. O koltuğuna kurulmuş halde, “sizinle bizim aramızda ALLAH’ın kitabı vardır. Onda helal olarak ne bulursak onu helal kabullenir ve haram olarak neyi bulursak da onu haram kabulleniriz” der. Biliniz ki Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellemin haram kılması, ALLAH’ın haram kılması gibidir.” (İ. Mâce, Ebu Davut)
Büyük İslam âlimi Şevkani şöyle der:
“Sünnet-i mutahharanın hüccet oluşunun kesinliği ve İslamî teşri’de müstakil olması dînî bir zorunluluktur. Buna İslam’ın tadını almamışlardan başka kimse karşı çıkamaz.”
Nitekim Rabbimiz:
“De ki eğer ALLAH’ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki, ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmran 31)
“Ey iman edenler ALLAH’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ululemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz ALLAH ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız onu ALLAH ve Rasûlüne götürünüz.” (Nisa 59) buyurmaktadır.
ALLAH’a başvurmak O’nun kitabına müracaat etmek, Rasûlüne başvurmak da hayatta O’na, vefatında ise sünnetine müracaat etmektir.
Yine Rabbimiz: “Rasül size neyi verdiyse alınız. Sizi neden sakındırdıysa ondan da sakınınız.” (Haşr 7) buyurmaktadır.
Müslüman nefsi ve nesli konusunda din haramîlerinin saptırmalarından ALLAH’a sığınmalı, ashabın ve âlimlerin yolunu takip ederek bilmediklerini ehline sorarak öğrenmelidir.
“ALLAH ilmi insanlardan söküp almaz. Ancak âlimlerin ölümüyle alır. Âlimler ölür geriye cahiller kalır.”
alinti