sitem sitem |
|
| Hanım Sahabiler'in Hayatı (R.anha) (Biyografisi) | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: Hanım Sahabiler'in Hayatı (R.anha) (Biyografisi) 17.10.10 17:00 | |
| Hanım Sahabiler'in Hayatı (R.anha) (Biyografisi) Güzelliğiyle Hifa hatun (R.anha) Medine'nin kadınları hem güleryüzlü, hem de güzeldirler. Ancak Hifa Hatun başka güzeldir ve bambaşka gülümser. Öylesine sıcakkanlı ve öylesine samimidir ki kadınlar onu canları gibi severler. Oğlu, abisi, erkek kardeşi olanlar akraba olmaya kalkar, hatta bazıları beylerine ister. Onu ciddi ciddi sıkıştırır, araya hatırlıları koyup, izdivaç teklif ederler. Hifa Hatun'un methi hızla yayılır ve çoook uzaklara gider. Bırakın hekimleri, tüccarları, vezirler, sultanlar sıraya girer. Ancak o Necaşi gibi bir İmparatoru bile reddeder sadece ve sadece Allah'ın rızasını diler. Ama taliplerin ardı arkası kesilmez. Kimi ayaklarına halılar serer... Kimi eşiğine cevahirler döker... Yüz kızıl tüylü deveyi getirip kapısına bağlayanları mı sorarsınız, yoksa saray anahtarlarını önüne atanları mı? Hifa Hatun bütün bunlara dönüp bakmaz bile, Efendimizin huzuruna çıkıp "Ey Allah'ın Resûlü" der, "bana cennete ***ürecek bir şeyler öğretsene." Doğrusu o, Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) 'gündüzleri oruç tut' ya da 'geceleri namaz kıl' gibi bir tavsiyede bulunacağını sanır ama Server-i Kâinat "Önce evlenmen lâzım" buyururlar "zira bununla dininin yarısını emniyete alırsın!" Hifa, büyük bir teslimiyetle boynunu büker ve "siz kimi münasip görürseniz ben ona razıyım" der. Mâlum, o sıradan bir hanım değildir ve onu nikahına alacak erkeğin de "özel" olması gerekir. Lâkin Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne kimseye ümid verir, ne de kimsenin ümidini kırar. Her zamanki gibi basit ve pratik bir çare bulur "yarın sabah mescide ilk gelenle evlen" buyururlar. Bu teklifi herkesin hoşuna gider, talipler erken kalkmak için tedbirler düşünür, kendilerince hazırlık yaparlar. Bu haberi elbette Hazret-i Suheyb de duyar ama dikkate almaz. Zira o fakir ve kimsesiz biridir. Evi yurdu yoktur ve karnını zor doyurur. Kah ağaç altlarına uzanır, kâh mescid gölgelerine kıvrılır. Uzun boyuna rağmen o kadar zayıftır ki, rüzgar sert esse ayaklarını yerden kaldırır. Ama bakın şu işe ki o gece Allahü teâlâ bütün sahabelere derin bir uyku verir, Hifa Hatun'un talipleri gözlerine çöken ağırlığa yenilirler. Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) her zamanki gibi imsak sökerken mescide gelir ve büyük bir merakla talihli sahabeyi bekler. Nitekim mescidin eşiğinde bir gölge uzar ve Süheyb içeri girer. Resulullah Efendimiz namazdan sonra Hifa Hatunu çağırtıp neticeyi bildirir. Hazret-i Hifa büyük bir teslimiyetle kabul eder. Efendimiz güzel bir hutbe okur ve nikah akidlerini yaparlar. Sonra şanslı sahabeye döner "Ey Süheyb" buyururlar, "şimdi hanımına bir hediye al ve tut elinden evine götür."Suheyb Radıyallahu anh ellerini çaresizlikle iki yana açar. "İyi ama" diye mırıldanır, "benim ne bir dirhem gümüşüm, ne de sığınacak evim var." Hifa Hatun kocasının boynunu büktürmez, ona içinde on bin dirhem gümüş olan süslü bir heybe gönderir ve "filanca yerdeki köşkümü sana hediye ettim" der. Alemlerin Efendisi çok hislenir onlara hayır dualar ederler. Süheyb, o gün Medine sokaklarında dolanır durur, akşama doğru utana sıkıla konağa sokulur. Kendisi için hazırlanan muhteşem sofradan ya bir, ya iki hurma alır ve "Ya Hifa" der, "biliyorum sen benim için bulunmaz bir nimetsin, ben ise senin için sadece mihnetim. Ben şükretsem gerek, sen sabretsen gerek. İster misin şu geceyi taat ve ibadetle geçirelim zira Efendimiz (Sallallahü aleyhi ve sellem) "Cennette yüksek bir çardak vardır. Orada yalnız şükredenlerle sabredenler otururlar." buyurdular. Ve öyle de yaparlar. Seccadelerini gözyaşları ile ıslatır, kalplerini zikr ile aydınlatırlar. Cebrail Aleyhisselam olup biteni Resulullah Efendimize anlatır ve onları Allahü teâlânın cenneti ve cemaliyle müjdeler. Ertesi sabah, namazdan sonra Efendimiz Suheyb'i yanlarına oturtur "Ey Süheyb" buyururlar "geceki halini sen mi anlatırsın ben mi anlatayım?" Süheyb gözlerini kucağına indirir, zor duyulan bir sesle "Allahın Resulü en iyisini bilir" cevabını verir. Efendimiz onlara "ne mutlu size" gibilerinden bakar, "İkiniz de cennetliksiniz" buyururlar, "... ve Allahü teâlâyı göreceksiniz!" Süheyb derhal secdeye kapanır ve "Ya Rabbi!" diye yalvarır, "o ki beni mağfiret ettin, günahlara bulaşmadan canımı al!" Allahü teâlâ bu yanık duayı kabul eder, Suheyb, secdede kalakalır. Mescidde bulunanlar ağlamaklı olurlar. Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) "Size daha şaşılacak bir şey söyliyeyim mi? Şu anda Hifa Hatun da ruhunu Hakka teslim etti" buyururlar. Namazlarını, yüzü suyu hürmetine yaratıldığımız o yüce Server kıldırır. İkisini yanyana toprağa bırakırlar. Baş uçlarına küçük bir tahta çakar. Birine "şükredenlerden Suheyb" yazarlar, öbürüne "sabredenlerden Hifa!" |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Hanım Sahabiler'in Hayatı (R.anha) (Biyografisi) 17.10.10 17:01 | |
| Zinnîre (r.a) Hazreti Zinnîre radıyallahu anhâ ilk müslümanlardan... Mekke'nin azgın müşrikleri tarafından en ağır işkencelere revâ görülen, gözlerini kaybedesiye kadar dövülen, zulüm gören bir mümine hanım!.. Ebû Cehil'in akıl almaz işkenceleri karşısında imanından aldığı güçle ona meydan okuyan bir kahraman... Rabbimizin lutfu ile gözlerine tekrar kavuşan, imanda sebatın mükâfatını dünyada iken gören bir iman eri!.. Hz. Ebû Bekir (r.a) tarafından satın alınarak işkenceden kurtulan ve kölelikten azâd edilerek hürriyetine kavuşan bir bahtiyar... İmanda sebâtın en güzel örneğini veren bir hanım sahâbi... O, Mahzum oğulları veya Abdüddar oğullarından bir müşrikin câriyesi idi. İslâm'ın ilk günlerinde Mekke semâlarında parlayan İslâm güneşinin nûruyla gönlünü aydınlattı. Hak yolunu buldu ve ilk müslüman hanım sahâbîlerden oldu. Zinnîre (r.anhâ) müşrikler tarafından en ağır işkencelere uğratılan kadın köleler arasında idi. Onun efendisi katı bir İslâm düşmanıydı. İslâm’ın ilkleri hep çilekeş mü’minlerdi. Azgın müşrikler kimsesiz, garib, fakir müslümanlara çok ezâ ve cefa etmişlerdi. Her kabîle kendi içinden İslâm’a giren kimseleri hapseder, döver, aç ve susuz bırakır hatta sıcak, kızgın kumlara yatırır, işkence ederdi. Kimse karışamaz ve bir hak taleb edemezdi. Ne tüyler ürperten bir hareket... Ne zâlimâne bir davranış!.. Tam bir cehalet, karanlık ve zulûm devri!.. İnsanlık böylesine bir karanlık ve vahşet içerisinde iken İslâm güneşi dünyaya doğdu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in nûru gönülleri aydınlattı. Mekke’den yayılan nûr kısa zamanda diğer ülkelere de geçti. Sevgi, bilgi, hizmet ve adaletle insanlık insanlığını öğrendi. Allah katında herkes eşit olduğunu bildi. Şeref ve üstünlüğün ancak takvâ ile hareket etmekte olduğunu anladı. Mekke’de kadın-erkek, hür-köle, zengin-fakir herkes İslâm’la şereflenmek için can atmağa başladı. Allah Rasûlüne bey’at etmek için fırsatlar gözetlendi. Kadın köleler arasında hayatını sürdüren Zinnîre Hâtun bir fırsatını bulup İslâmla şereflendi. Onun İslâm’ı kabul ettiğini duyan sâhibi küplere bindi. Nasıl olur da bir köle kendi iradesiyle hareket edebilirdi? Ne yapıp etmeli onu dininden döndürmeliydi. Hemen harekete geçti. Ona her türlü işkenceyi yaptı. Akla hayale gelmedik ezâ ve cefâlara mâruz bıraktı. Fakat Zinnîre (r.anhâ)’yı imanından vazgeçiremedi. Hazreti Zinnîre’nin imandaki bu sebâtı efendisini deli ediyordu. Bunca işkenceye rağmen o, hâlâ Allah, Allah diyordu. Bir defacık olsun Lât ve Uzza’yı söyletemeyen sahibi artık yorulmuştu. Onunla başa çıkamayacağını anlayınca işi Ebû Cehil’e bıraktı. Kin ve kibirinden kuduran azgın müşrik canavarlar gibi zayıf, biçâre kadına saldırdı. Zinnîre Hâtun’u kırbaçlar altında inletti. Hırsını alamayan vahşî adam bütün var kuvvetiyle onun boğazını sıktı. Elleri yanlarına düşünce onu öldü diye bıraktı. Zâlimin zulmünden başka neyi vardı. Akla hayâle gelmedik işkenceleri Zinnîre Hâtun üzerinde canavarca sergiledi. İslâm kahramanı o mübarek hanım dayanılmaz zulumler altında gözlerini kaybetti. Fakat asla zâlime boyun eğmedi ve imanından vazgeçmedi. Kendisini güçlü kuvvetli zanneden Ebû Cehil de çâresiz kaldı. Ne yapacağını şaşırdı. İmanın bir nur ve güç kaynağı olduğunu anlayamadı. Allah ve Resûlüne inanmanın sabır, sebât ve tahammül gücü verdiğini bilemedi. İnanan insanın hiç bir zaman zulme boyun eğmeyeceğini tahmin edemedi. Gerçek müminin bu derece âşikâre meydan okuyabileceğini hiç düşünmedi. Zulumle, işkence ile İslâm’a engel olacağını zannetti. Heyhât ki; hiç bir mümini geri çeviremedi. Zinnîre Hâtun’un gösterdiği böylesine bir kahramanlık onun hangi şartlar altında olursa olsun imanından vazgeçmemesi Ebû Cehil’in tuzaklarını boşa çıkarttı. Hazreti Zinnîre dünya gözlerini kaybetmişti ama imanını aslâ!.. Zulümle bir netice alamayan azgın müşrik Ebû Cehil o mübarek hanımla alay etmeye başladı. – “Gördün mü Lât ve Uzzâ senin gözünü de kör etti!” dedi. Müşriğin bu hezeyanlarına Zinnîre Hâtun bütün samîmiyetiyle şöyle cevap verdi: “Hayır, vallahi hayır! Sizin tanrı diye ibadet ettiğiniz taş ve odun parçasından başka bir şey değildir. Vallâhi bu öyle değil! Benim gözümü böyle edenler onlar değildir. Lât ve Uzzâ ne yarar, ne de zarar verebilir. Asla onlarda öyle bir güç yoktur. Onlar hiçbir şeyi göremezler. Fakat bu ancak Rabbimin işidir. Benim Rabbim tekrar gözümü geri vermeye, beni gördürmeye de kâdirdir!” dedi. Ne iman!.. Ne ikrar!.. Ne sabır!.. Ne sadâkat!.. Gücünü imanından alıp direnmek!.. Allah’a ve Resûlüne teslimiyetin en güzel örneğini vermek!.. Sabır ve sebât ile müşrik hezeyanlarına meydan okumak!.. Doğruyu her yerde haykırmak... Allah’a yakınlığın yüceliği ile dik durmak... İnancında sâbit kadem olmak!.. Ve Rabbimizin dünya ve âhiret ikramlarına nâil olmak!.. Gören gözlere tekrar kavuşmak!..Evet! Hazreti Zinnîre (r.anhâ) böylesine yüce bir imana sahipti. O: “Benim Rabbim gözümü açma kudretine sahiptir.” diyordu. Kâinatı yoktan var eden, insanı, güneşi, ayı, yıldızları, hayvanları, bitkileri yaratan, onları idare eden ve hayatiyetlerini devam ettiren yüceler yücesi Rabbimize hiç bu iş ağır gelir miydi? Elbette O’nun her şeye gücü yeterdi. İlk yarattığı gibi tekrar diriltmeğe de kâdirdi. Nitekim günün ilk ışıklarıyla Zinnîre Hâtun’un da dünyası ışıyıverdi. Gözleri eski haline geliverdi. Görmeyen gözler görür oluverdi. Mekke’li müşrikler Zinnîre Hâtun’un gözlerinin açılmış olduğunu görünce şaşkına döndüler. Putlarına olan inançları zayıfladı. Bazıları neredeyse müslüman olacaktı. Fakat hilebaz müşrik Ebû Cehil hemen araya girdi ve: “Muhammed’in izinden giden şu akılsızlara mı hayret ediyorsunuz? Eğer onun getirdiği gerçek olaydı ona biz uyardık. Hayırlı işlerde onlardan daha evvel davranır, onları geçerdik! Zinnîre’nin doğruyu bulmakta bizi geçeceğini mi sandınız?” dedi. Yanındaki avâneler bu hezeyanlara kandı. Düşünüp ibret alamadılar. Gaflet onları bürümüştü. İman edecekleri yerde “Bu da Muhammed’in sihridir.” dediler. Cehaletin zifiri karanlığından ayrılamadılar. Büyü deyip işi geçiştirdiler. Halbuki Yüce Rabbımız bu hâdiseden ibret alınması için Kur’an-ı Kerimin’de şu âyet-i celîleyi nâzil buyurdu. Meâlen: “İnkâr edenler, iman edenler hakkında dediler ki: “Bu iş bir hayır olsaydı, onlar bizi geçemezlerdi.” Fakat onlar bununla doğru yola girmek arzusunda olmadıkları için “Bu eski bir yalandır” diyecekler.” (Ahkaf sûresi: 11) İslâm’ın ilk günlerinde köleler ve fakirler müslüman olunca, Kureyş ileri gelenleri, iman ve İslam’ın hayır getirmediğini, bunun bu dine ilk girenlerin seviyelerinden belli olduğunu söylemişler. Kitab’a da dil uzatmışlardı. Nâzil olan bu âyet inkârcıların sapık tutumlarını sergileyip kınamıştır. Bu hadise müslümanların imanlarını, kâfirlerin de küfürlerini artırmıştır. Hazreti Zinnîre (r.anhâ) Hâtun’un dinindeki sebâtı, inancındaki bu samimiyeti ve ihlâsı onu kölelikten kurtardı. Hz. Ebû Bekir (r.a) onu satın alarak Allah rızası için azâd etti. Cenâb-ı Hak şefaatlerine nâil eylesin.AMİN |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Hanım Sahabiler'in Hayatı (R.anha) (Biyografisi) 17.10.10 17:02 | |
| Ümmü’d-Derdâ (r.a) Ümmü’d-Derdâ radıyallahu anhâ, meşhur sahâbî Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh künyesi ile tanınan Uveymir ibni Mâlik’in âilesi… Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden bir hayli hadîs-i şerif ezberleyerek rivayet eden, akıllı, bilgili ve dirayetli bir hanım sahâbî… O, Medine’li olup “Eslemoğulları” kabilesine mensuptur. Asıl adı “Hayre binti Ebi Hadret”tir. Ümmü’d-Derdâ künyesiyle meşhur olmuştur. İbnü’l-Esir , Üstülgâbe adlı eserinde onu, hanım sahâbîlerin ileri gelenlerinden, âbid- zâhid ve ibadete düşkün bir hanım olarak zikreder. Kocası Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh, hikmet sâhibi bir zâttı. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in: “Uveymir ümmetimin hakîmidir” meth ü senâsına ve iltifatına mazhar olmuş bir bahtiyardı. Ümmü’d-Derdâ (r.anha) akıllı, bilgili, ezberi kuvvetli bir hanımdı. Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden duyduğu veya kocasının nakletmiş olduğu bir çok hadis-i şerifin yayılmasına vesîle olmuştur. İşittiği hadisleri kendisi bizzat etrafına anlatarak rivayet etmiştir. Onlardan bir kaçı kütüb-i sittede geçmektedir. O, sabırlı, irâdesi güçlü bir hanımdı. Dünyevî sıkıntıları fazla dert edinmezdi. Mutluluk ve seâdetin sabırla kazanılacağına inanırdı. Ama insanoğlunun da bir tahammül gücü vardı. Onu zorlamamak lâzımdı. Bu konuda onun başından geçen bir hâdise vardı. Kocasıyla Selmân-ı Fârisi (r.a) arasında geçen bu hâdise şöyle anlatılır: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Ebu’d-Derdâ ile Selmân-ı Fârisi (r.anhüma)yı kardeş îlân etmişti. Bir gün Selman(r.a) ziyaret için gitti. Ümmü’d-Derdâ’yı eski bir kıyafet içerisinde garib, fakir gördü. -Neyin var? Niçin üzgünsün? dedi. Kardeşim Ebu’d-Derdâ nerede? diye sordu. Ümmü’d-Derdâ (r.anha) sitemli bir şekilde : -Kardeşin Ebu’d-Derdâ, dünyalık hiç bir şeye ihtiyac duymuyor. Dünyadan elini eteğini çekti. Geceleri uyumaz oldu diye cevap verdi. Selman(r.a) onun bu hâline şaşıp kaldı. Ne diyeceğini, nasıl cevap vereceğini bilemedi. Derin bir sükûta daldı. Kendi kendine kardeşinin gelmesini bekleyip bizzat onunla görüşmeyi hatta geceyi yanında geçirmeyi düşündü. Bu arada Ebu’d-Derdâ (r.a) eve geldi. Selman (r.a) üzgün ve suskun bir vaziyette oturmaktaydı. Selâmlaşıp hoş beş ettikten sonra âilesinin durumunu sordu. Ümmü’d-Derdâ (r.anha) acele ile yemek hazırlayıp sofrayı getirdi. Onlar yemeklerini yerken istirahatleri için yataklarını hazırladı. Ebu’d-Derdâ(r.a) kardeşi Selman(r.a)’a yatağını gösterdi. Selman(r.a) hemen uyudu. Kendisi ise bir müddet uyuyunca kalktı. Selman hemen elbisesinden tuttu ve: “-Ebu’d-Derdâ! Yat uyu! dedi.” Ebu’d-Derdâ biraz uyudu. Sonra namaz kılmak için yine kalktı. Selman onu tekrar tutarak: “-Ebu’d-Derdâ! Yat uyu! dedi.” Ebu’d-Derdâ yattı. Gecenin son üçte biri olunca Selmân-ı Fârisî (r.a): “-Ebu’d-Derdâ! Şimdi namaz için kalk” dedi. Sabah namazını cemaatle kılmak üzere beraberce mescide çıktılar. Namazdan sonra Ebu’d-Derdâ (r.a) kardeşi Selman (r.a) ile aralarında geçen hadiseyi biraz şikayet edercesine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize anlattı. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v): “-Ebu’d-Derdâ! Bize ruhbanlık emredilmedi. Selman doğru söylemiş. Rabbinin senin üzerinde hakkı var. Çoluk çocuğunun , ailenin senin üzerinde hakkı var. Vücudunun senin üzerinde hakkı var. Her hak sahibine hakkını ver.” buyurdu. Ümmü’d-Derdâ(r.anha) zeki ve olgun bir hanımdı. Kocasının halinden anlayan, onun öfkesini , neşesini paylaşan , karşılıklı sohbet ederek dertleşen agırbaşlı bir ahlâka sahipti. Onun bu hâli şu hadislerde açıkca görülmektedir. Ümmü’d-Derdâ(r.anha) şöyle anlatır: “-Ebu’d-Derdâ , bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi. Bir gün ona: “-İnsanların seni yadırgamalarından korkuyorum!” dedim. O da bana: “- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi” dedi. (Ahmed b. Hanbel, V, 198-199) Ne samîmi bir ortam!.. Ne sıcak bir yuva!.. Ne sevgi ve tebessüm dolu bir âile hayatı!.. Sâlim (r.a) da, Ümmü’d-Derdâ(r.anha)’nın şöyle söylediğini işittim diyerek şu rivayeti nakletmektedir: “Bir gün Ebu’d-Derdâ(r.a) öfkeli bir vaziyette yanıma geldi. Kendisine: -Niçin öfkelendin? Seni kızdıran şey nedir? diye sordum. O da şöyle cevap verdi: “-Vallahi, Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in ümmeti hakkında bildiğim tek şey; onların cemaatsiz namaz kılmamalarıdır” dedi. (Buhari, Ezan 31) Bu hadis-i şerifin şerhinde Ebu’d-Derdâ(r.a)’ın sabah namazına cemaate gelme konusunda gördüğü gevşekliğe kızdığı kaydedilmektedir. Ümmü’d-Derdâ(r.anha) kocasından duyup dinlediği hadîs-i şerifleri Ebu’d-Derdâ (r.a)’dan rivâyetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır diye nakleder. Şöyle ki: Talha bin Kureyz(r.a) Ümmü’d-Derdâ’dan, o da Ebu’d-Derdâ’dan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “ Hiç bir kul yoktur ki; müslüman kardeşinin gıyabında dua etsin de bir melek de onun için, aynısı sana da olsun,sana da verilsin demesin.” (Müslim, Zikir 86) Ne büyük müjde!.. Ne kârlı bir iş!.. Ne bereketli bir amel!.. Kardeşin gıyabında yapılan duâya meleklerin; “aynısı sana da olsun” diye dua etmesi!.. Dua ; akıllı insanın her an değerlendirmesi gereken mânevî bir kazanç kapısı!.. Kolayca yapılabilecek bir davranış!.. Mü’min için bir fırsat!.. Ey Rabbimiz! Bizlere de kalbî duâlar yapabilmeyi nasib et!.. Nimran bin Utbe ez-Zimârî şöyle anlatır: Biz yetimdik. Bir gün Ümmü’d-Derdâ (r.anha)’nın yanına vardık. Bize şunları söyledi: -Müjdeler olsun size, ben Ebu’d-Derda’dan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini işittim. “-Şehid, âilesinden yetmiş kişiye şefaat eder.” (Ebû Dâvud,Hadis no: 2522) Yine Ümmü’d-Derdâ(r.anha) Ebu’d-Derdâ(r.a)’dan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: -Kim beş şeyi iman ile yaparsa Cennete girer. 1- Günde beş vakit namazı abdestlerine, rükûlarına, secdelerine ve vakitlerine riâyet ederek kılarsa 2- Ramazan orucunu tutarsa 3- Yol masraflarına gücü yeter de Hacca giderse 4- Gönül hoşluğu ile zekâtını verirse 5- Emaneti edâ ederse cennete girer. Ashâb-ı kiram ona: “-Yâ Eba’d-Derdâ! Emaneti edâ etmek ne demek?” diye sordu. O da: “- Cünüplükten gusletmektir” diye cevap verdi. (Ebû Dâvud, hadis no: 429) İslâm’ın bütün vecîbeleri bize birer emânettir. Ebu’d-Derdâ(r.a) burada gusletmenin önemine işaret etmiştir. Ümmü’d-Derdâ (r.anhâ) Ebu’d-Derdâ (r.a)’den naklen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu söyler: “Kıyamet gününde mizanda güzel huydan daha ağır basacak bir şey yoktur.” (Ebû Dâvud, hadis no: 4799) Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh rivâyet ediyor: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim. “- Lâneti çok yapanlar kıyamet günü şefaatçi olamazlar, şehid de olamazlar.” (Müslim, Birr , 85) Yâni müminler kıyamet günü muhtaç olanlara şefaatte bulunurken, dilinden lâneti düşürmeyen kimselerin bu şerefe eremeyecekleri belirtilmektedir. Ayrıca şehidlik nimetini tadamazlar. Yâni Allah yolunda ölemezler demektir. Ümmü’d-Derdâ(r.anhâ) Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu Ebu’d-Derdâ’dan işittim diyerek lânet konusunda şu hadîsi nakleder: “-Şüphesiz bir kul bir şeye lânet ederse onun sözleri semâya yükselir. Sema kapıları kapanır,sonra yere iner. Ardından yer kapıları kapanır,sonra sağa sola gider. Artık gidecek yer bulamayınca lânet olunana döner. Eğer o kimse lânete hak kazanmışsa onda kalır. Yok eğer müstehak değilse lânet söyleyene döner.” (Ebû Dâvud, hadis no:4905) Sâlim (r.a) Ümmü’d-Derdâ(r.anhâ)’dan ; o da Ebu’d-Derdâ(r.a)’dan rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu nakleder: “- Dikkat! Size oruç,namaz ve sadaka derecesinden daha faziletli bir şey haber vereyim mi?” Ashâb-ı kiram: “- Evet yâ Rasûlallah!” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “- İki kişinin arasını bulmak. Dargınları barıştırmaktır. Dargın kimselerin arasını ifsad etmek,bozmak ise (imânı) kökünden kazır” buyurdu. (Ebû Dâvud, hadis no: 4919) Hadîs-i şerifte geçen nâfile oruç, namaz ve sadakadır. Yine Ümmü’d-Derdâ(r.anhâ) Ebu’d-Derdâ(r.a)’dan naklen Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu rivâyet eder: “- Kim sabah- akşam, “Hasbiyallahu lâ ilâhe illâ Hû aleyhi tevekkeltü ve huve Rabbü’l-Arşi’l-Azîm / Allah bana kâfîdir. O’ndan başka ilâh yoktur. O’na tevekkül ettim. O, büyük arşın sahibidir” diye yedi kere söylerse Allah onun sıkıntılarını giderir” buyurdu. (Ebû Dâvud, hadis no: 5081) Ümmü’d-Derdâ radıyallahu anhâ kocası Ebu’d-Derdâ (r.a)’ dan iki sene önce Şam’ da Hazreti Osman radıyallahu anh’ in halîfeliği zamanında vefat etmiştir. Allah ondan râzı olsun. [size=21]Rabbımız cümlemizi şefaatlerine mazhar eylesin. Âmin[/size] |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Hanım Sahabiler'in Hayatı (R.anha) (Biyografisi) 17.10.10 17:02 | |
| Ümmü Züfer (r.a) Ümmü Züfer radıyallahu anha Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin; “cennetlik bir kadın” iltifatına mazhar olmuş bir hanım sahâbi… Başına gelen belâlara karşı sabırla direnen, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimizin gösterdiği yolda yürüyen, tavsiyelerine harfiyyen uyan , teslimiyet ehli bir bahtiyar hanımefendi… O, Habeşistanlı olup bedenen iri yapılı, uzun boylu siyâhi ve yaşlı bir hanımdır. İslâm’ın ilk yıllarında müslüman olduğu tahmin ediliyor. Ümmü Züfer radıyallahu anha azim ve irade sahibi bir hanımdı. İslâm’ı yaşama konusunda bilinçli ve şuurlu hareket ederdi. İmanından asla taviz vermezdi. Harama düşmemek için titiz davranırdı. O, Allah’a ve Resûlüne tam teslim olmuş bir iman eriydi. Bela ve musıbetler karşısında tahammüllüydü. Kendisine cinniler musallat olmuştu. Bu yüzden sık sık hastalanırdı. Sar’aya tutulurdu. Fakat o bundan asla şikayet etmezdi. Bu hastalığını Allah’dan gelen bir imtihan olduğunu bilir ve tevekkül üzere hareket ederdi. Acı ve ıstıraplara sabır ve tahammül göstererek Rabbına teslimiyetin en güzel örneğini verdi. Hastalığın İlk dönemleri bu şekilde rıza halinde geçti. Fakat hastalık gün geçtikçe şiddetlenip artınca İslâmî emir, nehiy ve hassasiyetlere dikkat edemez duruma geldi. Bunun üzerine çareler aramaya başladı. O dönemde bu tür hastalıklar çoğalmıştı. Tedavi konusunda da kimsenin kesin, katî bir bilgisi yoktu. Ne yapılmalıydı? Nasıl hareket edilmeliydi? Bu sorulara cevap bulunamıyordu. Sonra zamanla cin çarpmış kimseler Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize getirilmeye başlandı. Onlara şöyle bir tedavi usulü uygulandı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz’in bu tür hastaları tedavi edişiyle ilgili olarak İbni Cüreyc,Hüseyin bin Müslim’den o da Tavus’tan rivayet ederek şu bilgileri nakleder: “Efendimiz, huzuruna getirilen hastaların göğsüne vurur, ağızlarından siyah bir şey çıkararak onları tedavi ederdi.” Aynı rivayet şöyle devam eder: Ümmü Züfer (r.anha) da bu hastalık sebebiyle huzura getirildi. Ama o iyileşmedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem sallallahun aleyhi vesellem: “Bu kadın , dünyada böyle kalacak, ama âhiret yurdu onun için daha hayırlı olacak” buyurdu. (Üstü’l-gabe, VII, 333. İsâbe, IV, 328-329, İstiab I,628) Yine bir defasında Ümmü Züfer (r.anha) hastalanmıştı. Kardeşleri onu Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin huzuruna getirdiler ve durumundan şikayette bulundular. Nebiyy-i Zîşân sallallahu aleyhi vesellem onlara: “Eğer arzu ederseniz dua ederim, Allah iyileştirir. İsterseniz dua etmem, öyle kalır. Ama âhırette kendisinin hiçbir hesabı olmaz. Yani hesaba çekilmez” buyurarak kardeşlerini muhayyer bıraktı. (Üstü’l-gabe, VII, 333. İsâbe, IV, 328-329,İstiab I,628) Ümmü Züfer (r.anha) teslimiyet ve tevekkül ehli bir hanımdı. Fakat sar’aya tutulduğunda üzerinin başının açılmasından da çok üzüntü duyuyordu. Farkında olmadan mahrem yerlerinin açılmasından endişe ediyor ve harama düşmekten korkuyordu. Bu hal onu rahatsız ettiğinden çaresiz kaldı ve Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimize müracat etti. Onun bu halini arzedişiyle ilgili olarak (Riyazüssâlihîn Tercüme ve Şerhi c. I s. 237-238) de şöyle bir rivayet nakledilir: Atâ İbni Ebî Rebah’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhüma bana: -Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi? dedi. Ben: -Evet, göster, dedim. İbni Abbas şöyle dedi: -Şu (iri yarı) siyah kadın var ya! İşte bu kadın (birgün) Nebî sallallahu aleyhi vesellem’e geldi ve : -Beni sar’a tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allah’a dua ediniz, dedi. Nebî sallallahu aleyhi vesellem: -“ Eğer sabredeyim dersen, sana cennet vardır. Ama yine de sen istersen, sana şifa vermesi için Allah’a dua ederim” Bunun üzerine kadın: -Ben (hastalığıma) sabrederim. Ancak sar’a tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz, dedi. Nebî sallallahu aleyhi vesellem de ona dua etti. (Buhârî, Merdâ 6 ; Müslim, Birr 54) Ümmü Züfer (r.anha) cennet ile sağlık arasında tercih yapmak durumunda kaldı. O , akıllı , zekî , azim ve irade sahibi bir hanımdı. Bir iman eri olarak tercihini ebedî hayatı için yaptı. Zira asıl hayat âhiret hayatıydı. Oradaki mutluluğu elde etmek en büşük gayesi idi. Bunun için bunca acı ve ızdıraba sabrederek cenneti kazanmayı arzuladı. Sadece üstünün başının açılmaması için dua istedi. Onun bu îmanî aşkı ve ebedî seadet iştiyakı bela ve musıbetlere karşı direncini,tahammül gücünü artırdı. O, bu hareketiyle ayrıca kendisinin bilinçli, şuurlu, sadakatli ve tam teslim ehli bir müslüman olduğunu göstermiş oldu. Onun sadâkati meyvesini hemen vermiş ve Efendimizin duası hürmetine sar’a nöbetlerinde bir daha üstü-başı açılmamıştır. Bu hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimizin iki şıklı cevap vermiş olması, bazılarınca garipsenebilir. İki Cihan Güneşi Efendimiz burada, hakkında en hayırlı olan bir şıkkı hatırlatmak suretiyle kadını iki iyilikten birini tercihte serbest bırakmıştır. Bu ashab ve ümmetine duyduğu şefkat ve merhametin tabiî bir sonucudur. Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bu davranışıyla aslâ, tedaviye karşı çıkmış değildir. “İstersen dua edeyim” buyurması bunun delilidir. Ancak tedavisi mümkün olmayan hastalıklar da olabilir. Bu tür hallerde asıl yapılması gerekli yolu göstermek üzere hastalığa sabretmenin cennet gibi bir bedeli olduğunu duyurmuştur. Ümmü Züfer (r.anha)’ın hayatı hakkında kaynaklarda başka bilgiye rastlanmamaktadır. Onun böyle bir derde yakalananlara ibret olması ve bu hadisenin bize kadar gelmesine vesile olması da bir bahtiyarlıktır… Allah ondan razı olsun. Cenab-ı Hak şefaatlerine mazhar eylesin. Amin. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Hanım Sahabiler'in Hayatı (R.anha) (Biyografisi) 17.10.10 17:03 | |
| Ümmü Zer Gıfariyye (r.a) Ümmü Zer Gıfariyye radıyallahu anhâ takvâ üzere yaşamayı hayatına düstur edinen bir hanım sahâbî!.. Müslüman olmadan önce kabilesi içinde putlara en çok ibadet eden bir kadın!.. Meşhur sahâbî Ebû Zer radıyallahu anh’ın âilesi!.. O Gıfar kabilesine mensuptur. Ebû zer ile evlenmiştir. Kocasının İslâm’a dâvetiyle müslüman olmuştur. Asıl ismi kaynaklarda geçmemektedir. Eşi ile birlikte takvalı bir hayat yaşadıkları için Ümmü Zer künyesiyle anılmıştır. Ümmü Zer (r. anhâ) ve eşi Ebû Zer (r.a) zâhidâne bir ömür sürdükleri için dünyalık en küçük bir şeye sahib olamamışlardır. Onlar için asıl hayat ahiret hayatıydı. Bu düşünce ile zühd ve takvâyı tercih etmişlerdi. Âhiret hedefli yaşadıkları için dünya sevgisi onların gönlüne girememişti. Dünyada birşeylere sahib olma duygu ve düşüncesi onları meşgul etmemiştir. Mal ve mülk edinme diye bir dertleri olmadığı için çok sâde bir hayat sürmüşler, zühd ve takvâ çizgisinde bir ömür geçirmişlerdir. Onlar aile olarak aynı duygu ve düşünceleri paylaşabildikleri için ihtiyaçtan fazlasını yanlarında tutmamışlardır. Ellerine geçeni Allah yolunda infak etmişlerdir. Bu konuda öylesine titiz davranmışlardır ki, gece gelmişse gece, gündüz gelmişse gündüz dağıtmışlardır. İşte onlar ailecek bu ahlâk ile meşhur olmuşlar, zâhid ve âbid olarak tanınmışlardır. Ümmü Zer (r. anhâ)’nın hayatında dönüm noktası teşkil eden üç önemli husûsiyet vardır. Birincisi, gençliğinin ilk yıllarında putlara ibadet etmesi. İkincisi, ömrünün sonunda kocası Ebû Zer (r.a)’ın vefatı. Üçüncüsü, ailecek çektikleri sıkıntı, sürgün ve hicretleri. Ümmü Zer (r.anhâ) müslüman olmadan önce Gıfaroğulları içinde putlara en çok ibadet eden bir kadındı. Kabilenin her evinde bir put vardı. Fakat en büyük put Ümmü Zer’in evinde idi. Hergün o putu temizler ve karşısına geçer ibadet ederdi. Putlara ibadette huzur bulacağını zannederdi. Birgün Ebû Zer putlara yiyecek getirmek için yanlarına geldi. Takdis ve tazimde bulundu. İçmesi için önüne süt koydu. Biraz geri çekildi. Bir de ne görsün! Bir köpek geldi, sütü içti. Sonra da ayağını kaldırıp putun üzerine bevletti. Bu manzarayı izleyen Ebû Zer’in gönlünde bir çok sorular oluştu. Kendi kendine: “Bu putlara nasıl ibadet ederiz? Kendisine faydası olmuyor. Üstüne gelen zararı önleyemiyor. Biz nasıl onlardan medet bekleriz? Bu bir maskaralık değil mi?” diyerek zihninde şimşekler çakmağa başladı. Çok hürmetle ibadet ettiği putlar hakkında birçok şüpheler doğdu. Eve gelip ailesine şâhid olduğu manzarayı anlattı. Ümmü Zer’in de gönlünde sorular, şüpheler doğmasına vesile olan bu hâdise onların hidayete kavuşmalarına bir başlangıç oldu. Birlikte hak ve hakîkatı aramaya başladılar. Onlar hak ve hakikat adına duydukları her haberi araştırmağa çalıştılar. Birgün Mekke’de putları inkar eden, insanları Allah’a dâvet eden son Peygamberin çıktığına dair haberler aldılar. Bu sevindirici haberi araştırmak üzere Ebû Zer kardeşi Uneys’i Mekke’ye gönderdi. Yeni din ve son Peygamber hakkında bilgi edinerek dönmesini istedi. Memleketine dönen kardeşinin getirdiği bilgilerle gönlü tatmin olmayan Ebû Zer kendisi Mekke’ye gitti. Son peygamber Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem efendimizle buluştu. İslâm’la şereflendi. Bir müddet Mekke’de kalıp İslâm’ı öğrendikten sonra tebliğ etmek üzere kabîlesine döndü. İlk olarak hanımı Ümmü Zer’i İslâm’a davet etti. O da tereddütsüz hemen kabul etti. Kelime-i şehâdet getirerek. İslâm’la şereflendi. Ümmü Zer (r. anhâ) ile beyi Ebû Zer (r.a) aradıkları hakikate ulaşmışlardı. Huzur ve mutluluğa kavuşmuşlardı. Putları bir bir kırıp Allah’a ibadet etmeye başladılar. Günler, aylar, geçtikçe, gönüllerinde Allah ve Rasûlünün sevgisi çoğaldı. İslâm’ı aşkla yaşadıkça. Fakat Rasûlullah (s.a) efendimizden ayrı kalmaya dayanamıyorlardı. Hasret ve muhabbeti artık onları durduramadı. Hicret edip, efendimizin huzurunda yaşamak istediler. Hendek savaşından sonra Medine-i Münevvere’ye hicret ettiler. İki Cihan Güneşi Efendimizin beldesinde yaşamaya başladılar. Mescidinden ayrılmadılar. İslâm’dan yeni öğrendikleri bilgileri hayatlarına geçirmek üzere yarıştılar. Ebû Zer (r.a) mescidde Efendimizden duyduğu yeni bilgileri hanımı Ümmü Zer (r.anhâ)’ya aktarıyordu. Ümmü Zer (r. anhâ) bir hanım sahâbî olarak beyinden çok faydalı ilim öğrendi. Bir çok hadis-i şerif nakletti. Bu iki Hak âşığı Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin dâr-ı bekâ’ya irtihallerinin ardından Medine’den ayrılıp Şam’a doğru yolculuğa çıktılar. Meşakkati ve sıkıntıyı tercih ettiler. Bu arada üç çocuklarını kaybettiler. Şam’da insanların, sünneti seniyye çizgisinden uzaklaştıklarını görünce onları uyarmak üzere Ebû Zer (r.a) erkeklere, Ümmü Zer (r. anhâ) da hanımlara Kur’ân ve Sünnetten vaazlar yapmaya başladılar. Zühd ve takva üzere yaşayanlar azaldıkça tekrar Medine-i Münevvere’ye döndüler. Fakat bu sefer Rasûlullah (s.a) efendimizi görememenin hasretine dayanamadıkları için tekrar Medine’den ayrılmak istediler. Hz. Osman (r.a) onlara Rebeze’ye gidip yerleşmelerini tavsiye etti. Orada yalnızlık içerisinde iken Ebû Zer (r. anhâ) vefat eyledi. Ümmü Zer (r. anhâ) tekrar Medine-i Münevvere’ye döndü. Çok geçmeden kısa bir müddet sonra o da vefât etti. Allah her ikisinden de râzı olsun. Ümmü Zer (r. anhâ) pek çok hadis rivayet etmiştir. Bir tanesi şöyledir: “Ben ve yetimi gözeten, cennette şöylece (iki parmağını birleştirdi) beraberiz.” Bu mutlu aile hakkında Sevgili Peygamberimiz Hz. Aişe (r. anhâ) annemize: “Ben senin için Ebû Zer’in Ümmü Zer’e davrandığı gibi davranıyorum.” buyurduğu rivayet edilir. Hz. Aişe (r. anhâ) annemizden hâdise şöyle nakledilir: “Ben birgün Rasûlullah (s.a)’ın yanında babamın cahiliye devrinde olan mallarıyla iftihar etmiştim. Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz bana: “Sus ey Aişe! Ben sana Ebû Zer’in Ümmü Zer’e davrandığı gibi davranıyorum.” buyurdu. Ümmü Zer’den nakledilen bu sözün bir hikâyesi vardır. Şöyle ki: “Vaktiyle arab kadınlarından on bir tanesi bir araya gelerek kocalarının âdetleri ve durumlarıyla ilgili olarak aralarında konuşmalar yapmışlar. Hepsi ayrı ayrı hitap ederek kocaları hakkında meth ve zemde bulunmuşlardır. Ümmü Zer (r. anhâ) de kocası hakkında şöyle demiştir: “Benim kocam Ebû Zer’dir. O ne adamdır. Beni daima ferahlandırıp gönlümü hoş kılmıştır. Her ne söylersem sözüm reddedilmez.” diyerek methü senâda bulunmuştur. Cenâb-ı Hak cümlemize aile içi mutluluklar lutfeylesin. Ümmü Zer (r. anhâ) ile Ebû Zer (r.a)’ın şefaatlerine nâil eylesin. Amin. |
| | | | Hanım Sahabiler'in Hayatı (R.anha) (Biyografisi) | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|