Makamat adlı eseri ile tanınıp, meşhur olan Arap asıllı şair ve dil alimidir. İslamî ilimlerin muhtelif dallarında zamanın meşhur alimlerinden ders almıştır. Güçlü zekâsı ve hafızası ile tebarüz etmiştir (şöhret bulmuş). Zengin bir ailenin evlâdı olarak büyümüş, cömertlik, dürüstlük, iffet ve edebiyle dikkatleri üzerine çekmiştir. Şiirlerinde mânâdan çok lâfza ağırlık vermesi eleştirilere sebep olmuştur. Risâle-i Nur'da "dahiye-i edeb" olarak tavsif edilmekle beraber, lafızperestliğinin kendisine verdiği zarara dikkat çekilmiştir. (Muhakemat, s. 78)Künyesi Ebu Muhammed Kasım bin Ali bin Muhammed el-Hariri şeklindedir.
Harirî, 1054 yılında Basra'nın Meşan kasabasında doğdu. Asıl adı Kasım'dır. Oğlu Muhammed'e nispetle Ebu Muhammed, memleketinden ötürü Basrî, ipek ticaretiyle uğraşan bir aileye mensubiyetinden ötürü de ibnü'l-Harirî lakaplarıyla anıldı. Ancak, Harirî lakabıyla tanınıp meşhur oldu. Ailesi Rebiatü'l-Feres kabilesindendir.
Harirî, ticaretle meşgul olan varlıklı bir ailenin çocuğu idi. Bundan ötürü zengin bir ailenin çocuğu olarak doğup büyüdü. Çocukluğunu doğduğu şehirde geçirdi. Daha sonra eğitim maksadıyla Basra'ya gitti. Burada bulunan alimlerden muhtelif dersler aldı. Ebü'l-Kasım Hüseyin bin Ahmed Bakıllanî ve Ebu Temmam Muhammed bin Hasan Mukrî gibi hocalardan ders aldı. Daha sonra Bağdat'a gitti. Burada da nahiv ve edebiyat dalında Ebü'l-Hasan Ali bin Faddal el-Mücaşiî'den, fıkıh dalında Ebu Nasr ibnü's-Sabbağ ve Ebu İshak İbrahim bin Ali Şirazî'den, feraiz ve hesap konusunda da Ebu Hakim Abdullah bin İbrahim el-Habrî'den ders aldı. Eğitimini tamamladıktan sonra Basra'ya döndü ve buraya yerleşti.
Harirî, din ilimleri ve müspet ilimlerin muhtelif dallarında, kendi alanında otorite sayılan hocalardan ders almak suretiyle çok iyi bir eğitimden geçmiş oldu. Ayrıca çok zeki ve güçlü bir hafızaya sahip olması, okuduğu ilimlerin etkisinin vermiş olduğu eserlerde müşahade edilmesi gibi hususlarla da dikkatleri üzerinde topladı. Özellikle "Makamat" adlı eserinde; nahiv, fıkıh ve feraize dair ince meseleleri güzel bir şekilde işlemesi, bazı meselelerin çözümünde göstermiş olduğu yol, bu ilimlerdeki vukufiyetini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Harirî, Basra'ya yerleştikten sonra buradaki haberleşme dairesinde amirlik yaptı. Bunun yanında ticaretle de uğraşarak önemli bir servet sahibi oldu. Mülkiyetinde bulunan hurma bahçesi de geniş bir alanı kapsamaktaydı. Gerek burada bulunduğu süre zarfında, gerekse Bağdat'a eğitim ve diğer maksatla gidip-gelmelerinde birçok kimse ile temas kurdu. Geniş bir çevreye sahip oldu. Yazdığı eserlerle de şöhret buldu.
Harirî, bilgi ve birikiminin, geniş bir çevreyle temas kurmasının yanında kişisel ve ahlaki özellikleriyle de dikkat çekti. En önemli özelliklerinden birisi de yardımsever olması ve cimri olan kimseleri de şiddetle eleştirmesidir. Zenginliğine paralel olarak mertliği, fazilet sahibi, dürüst ve iffetliliğiyle ön plana çıktı. Risale-i Nur'da kendisi için "dahiye-i edeb" tabiri kullanılarak bu özelliğine vurgu yapılmaktadır. (Muhakemat, s. 78)
Dil bilimi alanında ayrıca iki eser vermesine rağmen daha çok Makamat'ıyla meşhur olan Hariri, bu eserinde Arapların hayatını işledi. Elli söyleşiden oluşan bu eserinde manadan çok söylenişteki parlaklığa önem verdi ve tumturaklı bir dil kullandı. Kafiyeli bir düz yazıyla eserini kaleme alarak, aralara da çeşitli manzum parçalar serpiştirdi. Kendisinden sonra bu eserin benzerleri kaleme alınmasına rağmen, hiçbiri onun kadar İslâm dünyasında ilgi görmedi. Yıllar sonra bu eser Said Nursî'nin de karşısına çıktı. Siirt'in ilim ve faziletiyle tanınan alimlerinden Fethullah Efendi'yi ziyareti sırasında imtihana tabi tutuldu. Fethullah Efendi'nin her sorusuna cevap vermesi, sözünü ettiği her kitabı bitirdiğini söylemesi üzerine Hoca Efendi'nin, zekâsını test etmek maksadıyla, "Hariri'nin Makamat'ından birkaç satırı sadece iki defa okuyup ezberleyebilir misin?" şeklinde sorusuna muhatap oldu. Makamat'ı bir kez okuyup ikincisini ezberden yapan Said Nursi'nin bu hafıza gücü üzerine hoca kendisine "Bediüzzaman" lakabını verir.
Harirî'nin manadan çok söze ehemmiyet vermesi ve dolayısıyla mananın öne çıkması gerekirken geri plana düşmesi eleştirilere sebep olmuştur. Çünkü, fikirlerdeki esas gaye ve takip etmesi gereken mecra, ihtiva ettiği manadır. Manayı ön planda tutan mantık, sıralamada hakikatlere yönelir. Sözlerin dizimi ön planda olmaz. Fikirler, kelimelerin diziminden çok ihtiva ettikleri manalarla kuvvet bulur ve aydınlanır. Ancak, kelimelerin dizimine dikkat edilmesi, kulağa hoş gelen, söylenişte dikkat çeken ifadelere ağırlık verilmesi, mânânın anlaşılması gereğini arkaplana iter. Dikkatleri sadece söylenişteki cazibe üzerinde yoğunlaştırır. Özellikle sözün yabancıları için lafzın tertibinde, güzelliği ve lügat manasının anlaşılmasının kolaylaştırılmasına daha fazla muhtaç oldukları halde zahiri güzellik bu maksadı engellemiştir. Sathi olmakla beraber daha güzel görünen, avamın nazarını cazibedarlıkla celbedip nümayişlere daha müsait bir zemin teşkil edilmesi, bunun neticesinde de daha çok lafızlara himmet gösterilmesi, zamanla söz diziminin manaya üstünlük sağlayarak lafızperestlerin tasallutuna zemin hazırladı.
Harirî'nin lafza önem vermesi, kendisinden sonra gelenlere bu alanda kötü örnek olması, üstün ahlakı ve edep dahisi özelliğine gölge düşürdü. Bu büyük edep dahisi lafza mağlup oldu. Lafızperestlik hevesi de çok kıymetli olan edebini lekedar etti. Lafzın ön plana çıkarılarak mananın ehemmiyetten düşürülmesine sebebiyet veren bu gelişme İslâm alimleri tarafından bir hastalık olarak görüldü. Abdülkahir'i Cürcani bu hastalığın tedavi edilmesi maksadıyla, "Delâil-i İ'câz ve Esrarü'l-Belâgat" adlı eserini kaleme aldı. (Muhakemat, s. 78-79)
Harirî, 1122 Eylül'ünde Basra'da vefat etti. Kaleme almış olduğu eserleri muhtelif dünya dillerine çevrilerek çok sayıdaki araştırmacı ve okuyucuya ulaştırıldı. Bazı eserleri Türkçe'ye de çevrildi.
Eserlerinden bazıları şunlardır:
Makamat: En önemli eseridir. Yaşadığı toplumun eksiklik ve çelişkilerine dikkat çekmeye çalışmıştır. Eserinde Ebu Zeyd es-Seruci adlı hayali kahramanı canlandırarak, akıcı bir üslupla kaleme almıştır. Eser nesir-nazım karışımı olarak kaleme alınmıştır. Eserin çok sayıda yazma nüshası mevcuttur. Bunlardan bir tanesi de İstanbul'daki Süleymaniye Kütüphanesindedir. Türkçe'ye de çevrilen eser Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Şark Klasikleri arasında yayınlanmıştır.
Dürretü'l-gavvaş fi Evhami'l-havas: Dil yanlışlarını tashih maksadıyla kaleme alınmıştır. Eserde edip ve yazarların konuşmalarıyla yazılarında yapmış oldukları dil yanlışlarına yer verilerek tashihleri yapılmıştır. Söz konusu yanlışları düzeltirken ayet ve hadislerden de istifade etmiştir. Bu eseri de Türkçe'ye çevrilmiştir.
Mülhatü'l-irab, Risaletü'ş-şiniyye, Risaletü's-siniyye yazdığı diğer eserleridir. Bunların dışında kendisine ait olduğu rivayet edilen eserlerden de söz edilmektedir.