On üçüncü asırda yaşamış büyük İslam alimlerindendir. Önce fen bilimlerine merak salmış ve bu alanda önemli bir birikime sahip olmuş, daha sonra tasavvufa yönelmiştir. Kuzey Afrika'da yaşamıştır, müntesipleri çok geniş bir alana yayılmıştır. Şazili tarikatının kurucusu olarak kabul edilmektedir. Soyu, Peygamber Efendimizin (asm) torunu Hazreti Hasan'a (ra) dayandırılmaktadır. Asıl adı Ali'dir. Kendisine Nureddin lakabı da verilmiştir. Künyesi Ebü'l-Hasan Ali bin Abdullah bin Abdülcebbar Şazili şeklindedir. Risâle-i Nur'un muhtelif yerlerinde ismi, imamlar ve aktablar arasında zikredilmekte, insanlık alemini nurlandıran mümtaz şahsiyetlerden biri olarak telakki edilmektedir.
Ali, 1196 yılında Tunus'un Şazile kasabasında doğdu. Doğduğu şehre nisbeten Şazilî ünvanıyla meşhur oldu. Eğitimine küçük yaştan itibaren memleketinde başladı. Fen ilimlerine ilgi duyarak bu alanda eğitim gördü. Özellikle kimya ile ilgili bilgiler üzerinde yoğunlaştı ve bu alanda önemli bir birikime sahip oldu. İlmi tahsil noktasında önemli bir gayret gösterdiği gibi, daha fazla bilgi sahibi olmak için Cenab-ı Hakk'a dua ve niyazda bulundu.
Müspet ilimlere ilgi duyan ve bu alanda yetişen Ali, bir süre sonra tasavvufa merak salmaya başladı. Dini ilimler alanında da kendini yetiştirmek için bir çok seyahatte bulunarak muhtelif ilim merkezlerini dolaştı. Dini ilimlerden tefsir, fıkıh, hadis, usul, nahiv, sarf ve lügat ilimlerini tahsil etti. Gittiği yerlerde bulunan alimlerden dersler aldı. Bu çerçevede Irak'a bir seyahatte bulundu. Burada bulunan Ebü'l-Feth Vasıtî'nin sohbetlerine katılarak ilminden istifade etmeye çalıştı. Burada bir süre kaldıktan sonra hocasının tavsiyesiyle memleketine döndü.
Tasavvuf alanında Şerif Ebu Muhammed Abdüsselam İbn Meşiş-i Hasenî'den büyük ölçüde istifade eden ve onun etkisinde kalan, ona intisab eden Ebü'l-Hasan, burada da ilmi ve ameli eğitimini devam ettirdi. Tam bir teslimiyetle hocasına bağlandı. Hocası, diline ve kalbine sahip olma, takva sahibi olmayanlara benzememe konusunda telkinlerde bulundu. Farzlarını yerine getirmeye devam etmesini tembihledi. Her hal ve hareketiyle İslamiyet'e uyma telkininde bulundu. Kasabasına döndükten sonra çok büyük sıkıntılarla karşılaşacağını ve asla Cenab-ı Hakk'ı unutup gaflete dalmaması ikazında bulundu. Cenab-ı Hakk'a kulluk vazifesini yerine getirmenin dışında halka, başka hiçbir şeyi hatırlatmasına gerek olmadığını söyledi.
Ebü'l-Hasan Ali, memleketine döndükten sonra öğrendiklerini insanlara anlatmaya ve onları doğru yola davet etmeye çalıştı. Kısa zamanda şöhretinin yayılması ve çevresinde büyük toplulukların oluşmaya başlamasına paralel olarak büyük baskılara maruz kalmaya başladı. Büyük sıkıntılar çekti. Bir süre sonra da memleketini terk etmek zorunda kaldı ve Mısır'ın İskenderiye şehrine hicret etti. Halk arasındaki itibarı giderek arttı. Birçok tanınmış alim kendi ilminden istifade etmek ve kendisiyle görüşmek için yanına geldi.
Ebü'l-Hasan, talebelerine ders verirken; gizli veya açıktan fiillerinde her zaman Allah'tan korkmalarını, her hal ve hareketlerinde, ibadetlerinde Peygamber Efendimizin (asm) sahabelerine gösterdiği istikamete uyup, bida ve sapıklıklardan sakınmalarını, bollukta ve darlıkta insanlardan bir şey beklememelerini, kanaatkâr olmalarını, hem sevinçli hem de kederli günlerinde Cenab-ı Hakk'a sığınmalarını tembihledi.
Şazili tarikatının kurucusu olarak kabul edilen Ebü'l-Hasan Ali'nin tarikat kurmak amacıyla hareket ettiğine dair kesin bilgiler mevcut değildir. Kendisi, tabi olanlarına ve ilminden istifade etmek isteyenlere, dünyevi işleriyle dini ibadetlerini mezc edecek ve birlikte sürdürecek tarzda telkinlerde bulundu. Dünyevi işlerini tamamen bırakıp hizmetinde olmak ve sürekli yanında bulunmak isteyenlere, eskisi gibi dünyevi işlerini sürdürme telkininde bulundu. Maddi yardımlardan mümkün mertebe sakındığı gibi, idarecilerin dergahlarına yardım etme tekliflerini de kabul etmeyerek geri çevirdi.
Ebü'l-Hasan Ali, müntesiplerine sünnete sıkı sıkıya bağlanmaları konusunda telkinlerde bulundu. Hal ve hareketlerine sünnete zıtlık teşkil etmeyecek şekilde yön vermelerini ve aykırı düşmemelerini tembihledi. Kendilerine ilham olunsa bile, bu duruma aykırı düşecek her türlü faaliyetin sünnete uygun hale getirilmesini istedi.
Ebü'l-Hasan Ali'nin ismi Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde zikredilmektedir. Kendisi Kur'an-ı Kerim'in tilmizleri arasında sayılmakta ve talebeleriyle yaptıkları virdlerine işaret edilmektedir. Bu virdlerinde kâinattaki mevcudatı virdlerine katarak Cenab-ı Hakk'ı zikr ve tesbih ettikleri belirtilmektedir (Lem'alar, s. 123). Ebü'l-Hasan insanlara, Cenab-ı Hakk'ın emir ve yasaklarını anlattığı vakitler dışında arta kalan zamanlarını ibadet ederek geçirirdi. Hizbü'l-Bahr adlı tesbih ve dua kitabını okur veya okuturdu. Bunu okumanın dertlerden ve sıkıntılardan kurtulmaya vesile olduğunu belirtirdi. Yine ismi aktablar ve imamlar arasında zikredilerek, bunların keşfiyat ve müşahedatlarıyla ümmete gösterdikleri harika irşat ve kerametleriyle, aynı zamanda Peygamber Efendimizin (asm) hakkaniyetine, doğruluğuna şahitlik edip imza bastıkları hatırlatılmaktadır (Şualar, s. 542). Bu alimler, her biri birer nurani yıldız gibi insanlık alemini nurlandırmışlardır (Mesnevi-i Nuriye, s. 281).
Ebü'l-Hasan Ali'nin değindiği hususlardan birisi Adem Aleyhisselamın Cennetten ihracı konusudur. Bilindiği gibi, bu durum şeytanın desisesi ve yasak meyvenin yenmesinden sonra gerçekleşmiştir. Ebü'l-Hasan bu konuda, "Ne şerefli bir günah ki, sahibini halifelik makamına eriştirmiş ve kıyamete kadar gelecek insanlara tevbenin meşru kılınmasına sebep olmuştur" (http://www.ozbelgeler.com/) ifadelerine yer vermektedir. Zaten Cennetten çıkarılmanın hikmeti insanoğlunun dünyaya imtihan edilmek üzere gönderilmesidir. Adem Aleyhisselamın Cennetten ihracı ile ilgili meseleye açıklık getiren Bediüzzaman, bunun bir vazifelendirme olduğunu, insandaki kabiliyetlerin gelişmesinin sağlandığını, Cenab-ı Hakk'ın isimlerine ayna olan insandaki kabiliyetlerin inkişafları ölçüsünde buna hizmet ettiğini, dünyanın insanın kabiliyetlerinin inkişaf etmesine uygun bir şekilde yaratıldığını belirtilerek, konuyu açıklığa kavuşturmaktadır (Mektubat, s. 46-49).
Ebü'l-Hasan Ali tarafından kurulduğu kabul edilen Şazili tarikatı Mısır ve Tunus'ta yayıldı. Bu tarikatın müntesiplerinin Suriye'de de önemli bir sayı teşkil ettikleri aktarılmaktadır. Daha sonra Cezayir'in batı bölgesinin tamamına yayıldığı belirtilmektedir. Ebü'l-Hasan Ali defalarca Hacca gitti. Yine bu gaye ile çıktığı 1258 yılındaki yolculuğu sırasında Mısır'da bulunan Hamisre'de (Homaysira) vefat etti.