Seçkin ve meshur sahabilerden b iri. Iran asilli olup, Isfahan'in Cayy kasabasinda dogmustur. Bir rivayete göre de dogum yeri Râmehürmüz'dur. Dogum tarihi hakkinda bilgi bulunmamaktadir. Selman (r.a)'in müslüman olmadan önceki ismi, Mabah b. Buzahsan'dir. Müslüman olduktan sonra Selman ismini almistir. Künyesi Ebu Abdullah'tir. Ona nesebi soruldugu zaman; "Ben; Selman b. Islâm'im" demistir (Ibn Sa'd Tabakâtül Kübra, Beyrut (t.y.), IV, 75; Ibnul-Esir, Üsdül-Gabe, II, 417; Ibn Hacer el-Askalani, rel-Isâbe, Bagdat (t.y.), ll, 62). Selman (r.a)'in babasi Mecusilige asiri bagli olan bir köy agasi (Dikhan) olup büyük bir çiftlige sahipti. Onun evinde bir atesgede vardi ve onda atesin sönmeden sürekli yanmasini saglama isiyle Selman (r.a) ilgileniyordu. Babasinin ona karsi olan sevgisi çok asiriydi. Bu yüzden onu, kendisine bir zarar gelmesin diye eve kapatmisti. Bu arada Selman (ra), Mecusiligin gerçek bir din olup olamayacagi hakkinda düsünmeye basladi. Ancak o kendi deyimiyle, bir köle gibi eve hapsedildiginden, dIsaridaki olaylardan pek haberdar degildi ve bu yüzden Mecusiligi diger dinlerle karsilastirma imkanindan yoksun bulunmaktaydi. Bir ara babasi, Isleri yogunlasinca onu tarlalardan birisine bakmasi için göndermek zorunda kaldi. Öte taraftan onu, kendisi için her seyden degerli oldugunu söyleyerek isini bitirince gecikmeden eve dönmesi için uyardi. Bölgede az da olsa Hristiyan bulunmaktaydi. Yola çikan Selman (r.a), bir kilisenin yanindan geçerken, içerde Ibâdet edenlerin durumu dikkatini çekti ve içeri girerek onlari izlemeye basladi. O, evde hapsedIlmis oldugu için bu Insanlarin dini hakkinda hiç bir bilgiye sahip degildi. Selman (r.a) tarlaya gitmekten vazgeçerek, büyük bir merak içerisinde, aksama kadar orada kalmis ve bu dinin Mecusilikten daha hayirli oldugu kanaatine vararak, onlara bu dinin kaynaginin nerede oldugunu sormustu. Onunla ilgilenen hiristiyanlar, dinleri hakkinda onu bilgilendirmisler ve bu dinlerinin kaynaginin Suriye de oldugunu söylemislerdi. Selman (r.a), eve dönmekte gecIkince babasi endiselenmis ve onu bulmak için adamlar göndermisti. Eve dönen Selman (r.a), basindan geçen olayi babasina anlatti. Babasi ise ona, gördügü dinde hiç bir hayrin bulunmadigini ve atalarinin dininin, karsilastigi dinden daha iyi ve üstün oldugunu söyledi. Selman (r.a) babasina karsi çikarak, hiristiyanligin kendi dinlerinden üstün oldugu konusunda onunla tartismaya basladi. Babasi, onun bu durumundan telaslandi ve ayaklarindan baglayarak onu hapsetti. Selman (r.a), kilisedeki Hiristiyanlarla irtibat kurarak, Suriye tarafina gidecek bir kervan hazir oldugu zaman, kendisine haber vermelerini Istedi. Böyle bir kervan hazir oldugu zaman, kendisine verilen haber üzerine evden kaçti ve bu kervana katilarak Suriyeye gitti. Burada bir rahibin hizmetine girdi ve ondan Hiristiyanligin esaslarini ögrenmeye basladi. Ancak bu rahib, kötü bir kimseydi. O, Insanlari sadaka vermeye tesvik ediyor, fakat topladigi bu sadakalari yerlerine sarfetmeyerek kendisi için biriktiriyordu. Bu rahib ölünce, Selman (r.a), onun yerine geçen rahibe tabi oldu. Bu kimse zühd ve takva sahibi bir zatti. Ona büyük bir sevgiyle baglanan Selman (r.a), ölümü yaklastigi zaman; kendisine kimi tavsiye edebilecegini sordu. Rahip ona, tabi olunabilecek tek kisiyi tanidigini, onun da Musul'da bulundugunu söyledi. Selman (r.a), Musul'a gidip, bu kimseye tabi oldu. Onun ölümü yaklastigi zaman da ondan yine kimin gözetimine girmesi gerektigi hususunda tavsiye Istedi. Bu zat ona, üzerinde bulunduklari itikadta hiç kimseyi tanimadigini, ancak, Nusaybin'de bulunan bir âlime tabi olabilecegini söyledi. Selman (r.a) dogruca Nusaybine gitti. Nusaybin'deki rahibin yaninda bir müddet kaldiktan sonra, onun da ölüm dösegine yattigini gören Selman (r.a), yine kime uyabilecegini sordu. Bu kimse, ona, uyulabilecek tek bir kimseyi tanidigini ve onun Rum diyarinda, Ammuriye'de bulundugunu söyledi. O ölünce Selman (r.a), Ammuriye'ye gitti. Ammuriye'de bir müddet kaldiktan sonra burada yaninda kaldigi rahibin ölümü yaklastigi zaman ondan da kime tabi olacagi konusunda vasiyette bulunmasini Istedi. Bu kimse ona, yeryüzünde tabi olunabilecek bir kimsenin var oldugunu bIlmedigini söyledi ve söyle ekledi: "Ancak bir peygamberin gelmesi yakindir. O, Ibrâhim'in dini üzere gönderilecek ve kavminin arasindan hicret edip, içinde hurma bahçeleri olan Iki harra arasindaki bir yere gidecektir. Onun peygamber oldugunu belirten alâmetleri vardir: O, hediye edilen seyleri yer, sadaka olarak hiçbir seyi kabul etmez. Iki omuzu arasinda da nübüvvet mührü bulunmaktadir. Görünce onu tanirsin. O ülkeye gidip ona katIlmayi basarabilecegine inaniyorsan bunu yap" (Ahmed b. Hanbel, V, 442-443; Ibn Sa'd, IV, 77-78; Ibnul-Esîr, Üsdül-Gâbe, II, 417-418).
Selman (r.a), burada bir müddet kaldiktan sonra, Kelb kabilesinden bir tüccarla karsilasti. Ondan, ülkesi hakkinda bilgi aldi ve bahsedilen nebinin bu bölgedeki bir yerden çikmasi gerektigine kanaat getirerek, kendisini bir ücret karsiliginda birlikte götürmesini Istedi. Selman (r.a)'in teklifini kabul eden Kelbli Arap onu yanina alarak Hicaz'a dogru yola çikti. Ancak, Vadil-Kura'ya geldiklerinde bu kimse Selman (r.a)'a ihanet etti ve onu köle olarak bir Yahudiye satti. Vadil-Kura'da hurmaliklari gören Selman (r.a), kalbi mutmain olmamakla birlikte, Ammuriye'deki rahibin kendisine tarif ettigi yerin burasi olmasini arzuluyordu. Vadil-Kura'da bir müddet kaldiktan sonra, efendisinin amcasinin oglu olan Kureyzaogullari'ndan bir kimse tarafindan satin alinarak Medine'ye götürülen Selman (r.a), burayi görünce, hocasinin kendisine bahsettigi beldeye geldigini anlamisti. Rasûlüllah (s.a.s) Mekke'de peygamberlikle görevlendirilip Medine'ye hicret edene kadar köle olarak hurma bahçelerinde çalismis ve sürekli mesgul tutuldugu ve serbest olarak kimseyle konusamadigi için, onun varligindan haberdar olamamisti. Rasûlüllah (s.a.s) Kuba'ya geldigi zaman Yahudiler, Evs ve Hacrec'in ona iman etmesine kiziyor ve bunu bir türlü hazmedemiyorlardi. Selman (r.a), hurma bahçesinde bir agacin tepesinde çalistigi sirada Yahudilerden birisi gelmis ve agacin altinda oturan Selman (r.a)'in sahibine (Evs ve Hacrec'i kastederek); "Allah Benu Kayle'ye lânet etsin. Vallahi onlar su anda, Mekke'den bu gün gelen bir adamin etrafinda toplanmis bulunuyor ve onun nebi olduguna inaniyorlar" dedi. Selman (r.a) söyle demektedir: "Ben kendi kendime; "bu kesinlikle o peygamberdir" dedim. Öyle bir titremeye basladim ki; agacin altinda duran sahibimin üzerine düsecegim korkusuna kapildim. Süratli sekilde agaçtan asagi inip; "Ne diyor? Bu haber nedir?" diye sordum. Bunun üzerine efendim bana siddetli bir yumruk atti ve; "Bundan sana ne! Isin in basina dön" diye bagirdi. Ben ona; "Sadece duydugum bu haberin ne oldugunu anlamak Istemistim" dedim. Aksam olunca Selman (r.a), biriktirmis oldugu bir miktar yiyecegi alarak, Kuba'da bulunmakta olan Rasûlüllah (s.a.s)'in yanina gitti ve ona; "Senin salih bir kimse oldugunu duydum. Yaninizda ihtiyaç sahibi olan arkadaslariniz var. Sizin halinizi duydugum zaman, bunlari size vermemin daha iyi olacagini düsündüm" dedi ve getirdiklerini Rasûlüllah (s.a.s)'in yanina koydu. Rasûlüllah (s.a.s), ashabina;
"Yiyin" dedi. Ancak kendisi bunlardan yemedi. Selman (r.a), sadaka kabul etmedigini gördügü zaman kendi kendine; "Bu alametlerin biridir" dedi. Daha sonra Rasûlüllah (s.a.s) Medine'ye geçti. Selmân (r.a) tekrar bir seyler hazirlayarak Rasûlüllah (s.a.s)'in yanina gitti ve getirdiklerinin sadaka olmadigini, sadece kendisine hediye olarak vermek Istedigini söyledi. Onun sahabeleriyle birlikte bunlardan yedigini görünce Ikinci alametin de onda var olduguna kani oldu. Bir zaman sonra Selman (r.a) tekrar Rasûlüllah (s.a.s)'in yanina gitti. Rasûlüllah (s.a.s) ashabiyla birlikte oturmaktaydi. O, onlara selam verdikten sonra, Rasûlüllah (s.a.s)'in etrafinda dolasmaya basladi. Onun, bildigi bir seyi arastirdigini anlayan Rasûlüllah (s.a.s) ridasini kaldirdi. Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'in sirtindaki mührü gördügü zaman Ammuriye'deki rahibin kendisine bahsettigi mührün aynisi oldugunu anladi ve onu öperek aglamaya basladi. Rasûlüllah (s.a.s) onu yanina oturtarak halini sordu. Selman (r.a), oraya ulasincaya kadar basindan geçen olaylari anlattigi zaman, Rasûlüllah (s.a.s) ve orada bulunan sahabiler bunu hayretler içerisinde dinlemislerdi (Ibn Ishak, es-Sîre, Nesr: M. Hamdullah, Istanbul 1981, 66; Ahmed b. Hanbel, V, 442-443; Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 77-79; Ibnul-Esîr, Üsdül-Gabe, II, 418-419; Muhammed b. Hasan ed-Diyarbekrî, Tarihul-Hamis, Beyrut (t.y), I, 351-352; Ahmed b. Hafiz el-Hakemî, el-KIsasul-Islâmiye, (muhtemelen) Riyad 1976, I,187-189). Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'e geldigi zaman Arapçayi meramini anlatacak ölçüde bIlmiyordu. Onunla Farsçayi bilen bir tercüman araciligiyla konusmus oldugu rivayet edIlmektedir (Diyarbekrî, a.g.e., I, 352).
Selman (r.a)'in Isfahan'daki köyünde baslayan ve müslüman olup kölelikten kurtuluncaya kadar basindan geçen bu olaylari Ahme d b. Hanbel, Ibn Sa'd, Ibnul-Esir ve digerleri, onun kendi anlatimiyla Ibn Abbas'dan rivayet etmektedirler. Ibn Sa'd'in Kurre el-Kindî'den naklettigi baska bir rivayette ise Selman (r.a)'in bu kissasi farkli bir sekilde anlatIlmakta ve onun, Islâm'a ulasan yolculugu esnasinda, hiristiyan hocalarin vasiyetleriyle, Hims'a gittigi; yine buradan tavsiye üzerine Kudüse ulastigi; burada kendisine tarif edilen zati bulup ondan ilim tahsil ettigi; bu kimsenin ona son peygamberin çikacagi yer ve önceki rivayetlerde geçen alametleri bildirmesi üzerine Hicaz'a dogru hareket ettigi ve sonunda Araplardan bir topluluk tarafindan köle edilip Medine'de bir kadina satildigi nakledIlmektedir (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 71-72; diger rivayetler için bk. el-Hâkim, el-Müstedrek, Beyrut (t.y.), III, 598, vd.).
Ibnul-Hacer, Selman (r.a)'in müslüman olana kadar hakkinda nakledilen kissalarin birbiriyle farkliliklar arzettigini, bunlarin arasini telif etmenin güç oldugunu söylemektedir (Askalanî, a.g.e., II, 62).
Selman (r.a), Hicret'in besinci yilina kadar köle olarak yasamistir. Bundan dolayi o, Hendek savasindan önceki gazalara istirak edemedi. Uhud savasi öncesinde Rasûlüllah (s.a.s) ona, efendisiyle mükâtebede bulunmasini söyledi. Selman (r.a), bunun üzerine efendisine giderek onunla, üçyüz hurma fidani temin edip dikmek ve kirk ukiye (1600 yüz dirhem) altin vermek sartiyla anlasti. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s), Sahabilere: "Kardesinize yardim edin " dedi. Sahabiler güçleri miktarinca fidan temin ederek üç yüz tane fidani ona verdiler. Rasûlüllah (s.a.s), ona: "Selman, git çukurlarini kaz. Dikmeye sira geldigi zaman onlari sen dikme, bana haber ver. Onlari kendi ellerimle yerlerine koyayim"dedi. Selman (r.a), çukurlarin kazIlma isini Sahabîlerin yardimiyla bitirdi. Rasûlüllah (s.a.s), bahçeye giderek bütün fidanlari yerine koydu. Bu fidanlardan hiç bir tanesi kurumamisti. Daha sonra, Rasûlüllah (s.a.s) Selman (r.a)'i yanina çagirarak, efendisine ödemesi gereken kirk ukiye altini ödemesi için ona yumurta büyüklügünde bir altin külçesi verdi. Selman (r.a): "Bu benim ödemem gereken miktari nasil karsilar ya Rasulallah?" demekten kendini alamadi. Rasûlüllah (s.a.s) ona, Ey Selman! Allah onunla senin borcunu karsilayacaktir" dedi. Selman (r.a) söyle demektedir: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onunla kirk ukiyelik ödemem gereken miktari ödedim". Artik böylece Selman (r.a) hürriyetine kavusmus oluyordu (Ahmed b. Hanbel, V, 443-444; Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 79-80; Diyarbekri, I, 468; Ibnül-Esîr, Üsdü'l-Gabe, II, 419; onun azad edIlmesi hakkinda degisik rivayetler için bk. Diyarbekrî, a.g.e., I, 469).
Selman (r.a)'in katildigi Ilk savas Hendek savasidir. Müsrikler, müttefiklerle birlikte olusturduklari on bin kisilik bir orduyla birlikte Medine'ye dogru harekete geçtikleri zaman, Rasûlüllah (s.a.s), sehir içinde kalarak bir savunma savasi vermeyi kararlastirmisti. Ancak, Medine'nin çevresinde düsmanin sehre girisini engelleyecek her hangi bir sur yoktu. Bu durum sehrin savunulmasini oldukça güçlestiriyordu. Yapilan istIsareler esnasinda Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'e, "Ey Allah'in Rasûlü! Biz Iranda muhasara edildigimiz zaman sehrin etrafinda bir hendek kazarak kendimizi savunurduk" deyip hücuma açik bölgede bir hendek kaz Ilmasi görüsünü ileri sürmüstü (Taberi, Tarih, II, 566). Bu görüs Rasûlüllah (s.a.s) tarafindan uygun bulunmus ve derhal hendegin kazIlmasi için faaliyete geçIlmisti. Selman (r.a), kuvvetli bir kimseydi ve kazi isinde oldukça verimli çalismaktaydi. Ensar grubu, Selman (r.a)'i sahiplenerek, "Selman bizdendir" dediler. Bunun üzerine muhacirler; "Hayir Selman bizdendir" demeye basladilar. Bunu duyan Rasûlüllah (s.a.s); "Selman bizdendir. O ehl-i beytimdendir" diyerek onu ehl-i beytine dahil etmistir (Taberi, ayni yer; Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 83).
Selman (r.a), daha sonraki bütün savaslarda Rasûlüllah (s.a.s) ile birlikte bulunmustur. Mekkeli müsrikler, Medine önlerine geldikleri zaman sehirle aralarindaki hendegi gördüklerinde sasirmislardi. Çünkü Araplar daha önce böyle bir savunma usulünden habersizdiler. Müsrikler, bu hendegi geçmeyi denedilerse de basaramadilar. Savasin kazanIlmasinda hendegin rolü o kadar büyük olmustur ki, bundan dolayi Hendek savasi olarak adlandirIlmistir.
Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'in yanindan vefat edinceye kadar ayrIlmadi. Hz. Ebu Bekir (r.a)'in Halifeligi zamaninda da Medine'de bulunmustur.
Ömer (r.a) devrinde Islâm ordusu Iran'in fethi için harekete geçtigi zaman Selman (r.a) da bu orduya katildi. Selman (r.a) Iran asilliydi. Bundan dolayi düsman ordusunun durumunu çok iyi biliyordu. Ayrica Farslarin Islâm dinini kabul ederek dalaletten kurtulmalarini siddetle arzulamaktaydi. Iranlilar, Kadisi'ye yenilgisinden sonra Medain'de toplanmislardi. Müslümanlar Dicle nehrinin kenarina geldikleri zaman, karsiya geçmek için hiç bir sey bulamadilar. Sa'd b. Ebi Vakkas, karsi sahile bir öncü birligi gönderip geçis güvenligini sagladiktan sonra, bütün orduya nehri geçme emrini verdi. Ordu topluca, sulari kabarmis bir sekilde akan Dicle nehrine daldi. Sa'd (r.a)'in yaninda Selman (r.a) bulunmaktaydi. Sa'd (r.a), dua ediyor ve Allah Teâlâ'nin dostlarina yardim edecegini, dinini üstün kilacagini ve Allah Teâlâ'ya isyan eden bir toplulugun iyilige (Islâm'a) galebe çalamayacagini söylüyordu. Nehrin ortasinda oldukça heyecanli bir halde bulunan Sa'd (r.a)'a, Selman (r.a) söyle demekteydi: "Islâm yepyenidir. Allah, karalari nasil müslümanlarin emrine vermisse, denizleri de onlarin emrine verecek güçtedir. Allah'a yemin ederim ki müslümanlar nehre nasil akin akin girmislerse nehirden öylece akin akin çikacaklardir". Gerçekten Selman (r.a)'in dedigi olmus ve müslüman ordusu hiç kayip vermeden karsi kiyiya geçmisti (Taberi, Tarih, IV, 11-12; Ibn ul-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, II, 511-512). Iranli askerler dehset içerisinde, onlarin nehri geçIsleri ne bakiyorlar ve kendi kendilerine; "Seytanlar geliyor. Vallahi bizim savastigimiz bu topluluk cinlerden baskalari degildir" demekteydiler (Taberi, II, 514). Iranli askerler kaçarak Kisra'nin sarayina siginip direnmeye devam ettiler. Buraya gönderilen öncü birliginin komutani Selman (r.a)'di. O, surun önüne geldigi zaman, Islâmin emrettigi sekilde onlari üç defa müslüman olmaya, kabul etmezlerse cizye ödemeye davet etti. Selman (r.a) onlara söyle diyordu: "Ben de aslen sizden biriyim. Size aciyor ve yumusak davraniyorum. Eger müslüman olursaniz bizim kardeslerimiz olarak ayni haklara sahip olursunuz. Bunu kabul etmez, dininiz de kalmak Isterseniz, bize itaat ederek cizye ödersiniz. Bunu da kabul etmezseniz, digerleri gibi sizinle savasiriz" (Taberi, a.g.e., IV,14). Selman (r.a), meselenin Araplarin Acemlere hâkimiyeti meselesi olmadigini onlara anlatabIlmek için, "Sizden biri oldugum halde Araplar bana itaat ediyor" diyerek (Ibn Hanbel, V, 444) ikna etmeye çalisiyordu. Selman (r.a) Ilk Iki sarti kabul etmemeleri üzerine onlara üç gün düsünmeleri için mühlet verdi. Üçüncü gün sarayda bulunan askerler teslim olmayi kabul ettiler ve böylece Kisra'nin muhtesem sarayi müslümanlarin eline geçmis oldu (Taberi, a.g.e., IV). Daha önce Behuresirdekileri de o Islâm'a davet etmisti. Ancak buradakiler, cizye vermeyi de reddedince savasilarak maglup edIlmislerdi (Taberi, ayni yer).
Sa'd (r.a) Medâin'de karargah kurmustu. Ancak buranin havasi, Islâm askerlerine iyi gelmemis, iklim degisikliginden dolayi yüzlerinin renkleri degismisti. Bu durumu ögrenen Ömer (r.a), Sa'd'a haber göndererek, müslümanlarin yasamalarina uygun bir yer tesbit edIlmesi için Selman (r.a) ile Huzeyfe (r.a)'i görevlendirmesini Istedi. Bu yer ile Medine arasinda ulasim kolayligini engelleyecek bir nehrin bulunmamasini özellikle vurguladi. Bölgede arastirmalarda bulunan Selman (r.a) ve Huzeyfe (r.a), sonunda Kufe üzerinde karar kildilar ve burada ordugah sehri insa edildi (17/638) (Taberi, a.g.e., IV, 40-41; Ibn ul-Esir, el-Kamil fit-Tarih, II, 527-528). Selman (r.a) Iran'in fethi için devam eden askerî harekâtlarda aktif olarak rol almistir (Taberi, IV, 305; Ibnul-Esir, el-Kâmil fit-Tarih, III, 132).
Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a) döneminde Medâin valiliginde bulunmustur. Selman (r.a), Hicri 36 yilinda Medain'de vefat etmistir (Ibn ul-Imad, Sezerâtu'z-Zeheb, I, 44; Ibn Hacer, a.g.e., II, 63; Ibnul-Esîr, Tarih, III, 287; Ibn Sa'd, a.g.e., VI,17). Ancak onun ölüm tarihi hakkinda farkli rivayetler bulunmaktadir. Hz. Osman (r.a)'in hilafetinin sonlarina dogru, (35) veya 37 yilinda vefat ettigi rivayet edIlmekte; hattâ Hz. Ömer zamaninda öldügü de söylemektedir (Ibnul-Esîr, Üsdü'l-Gabe, II, 421). Ibn Hacer, onun ölümü ile ilgili farkli tarihleri verdikten sonra, Enes (r.a)'den, Ibn Mes'ud'un, ölüm dösegindeki Selman (r.a)'i ziyaret ettigi seklindeki rivayeti delil alarak, Ibn Mes'ud'un 34. yildan önce vefat ettigini, dolayisiyla Selman (r.a)'in ölümünün 33. veya 32. yilinda olmasi gerektigi görüsünü ileri sürmektedir (Ibn Hacer, a.g.e., II, 63). Onun Iki yüz elli ile üç yüz elli sene yasadigi seklinde rivayetler bulunmakta ve raviler Iki yüz elli sene yasadiginin süphe götürmez oldugunu söylemektedirler (el-Askalanî, a.g.e., II, 62; Ibnul-Esîr, Tarih, II, 287; Üsdül-Gabe, 421). Ibn Hacer, Zehebî'nin rivayetlerini degerlendirdikten sonra, onun ancak seksen yil kadar yasamis olabilecegi kanaatine vardigini nakletmektedir (Ibn Hacer, ayni yer) ki, gerçege yakin olan da budur. Selman (r.a)'in mezari, Bagdad'in 30 km dogusunda Medain harabeleri civarindan akan Deyale irmaginin kenarindadir. Onun bulundugu yer Selman-i Pak (temiz Selman) olarak isimlendirIlmistir. Onun mezarinin içinde bulundugu cami IV. Murad tarafindan tamir ettirIlmistir.
Selman (r.a), ilim, fazilet ve zühd bakimindan Ashabin en önde gelen simalarindan birisi olup, Rasûlüllah (s.a.s)'e yakinligiyla taninmaktadir. Hz. Aise (r.an), söyle demektedir:
"Bir çok geceler Selman (r.a) Rasûlüllah (s.a.s) ile yalniz kalirlardi. Bu beraberlik o kadar sürerdi ki Rasûlüllah (s.a.s) hanimlarindan birinin yanina bile girmezdi" (Ibnul-Esir, Üsdül-Gabe, II, 420). Rasûlüllah (s.a.s), Hendek savasi esnasinda onun ehl-i beytinden oldugunu ilân etmisti.
Hz. Ali (r.a) onun hakkinda; "Ona evvelkilerin ve sonrakilerin Ilmi verIlmistir. Onda bulunan bu Ilme ulasilamaz" demistir. Baska bir zaman da: "O bizim ehl-i beytimizdendir. Aranizdaki konumu Lokman Hekim gibidir. Ilk ve son kitabi okumustur. Sonu olmayan bir denizdir" demistir. Muaz (r.a) kendisine gelenlere Ilmi, aralarinda Selman (r.a)'in da bulundugu dört kisiden talep etmelerini söylemistir. Onun Ilmi hakkinda yapilan övgüler Rasûlüllah (s.a.s)'in söyledigi; "Selman Ilme doyuruldu" (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 85). Sözüne dayandirIlmaktadir. Selman (r.a), Ebu Derdâ' (r.a)'in gece boyu namaz kildigi ve sürekli oruç tuttugunu gördügü zaman onu bundan alikoyup hazirlanan yemekten yiyerek orucunu bozmasi konusunda israr etmis ve ona; "Üzerinde gözünün hakki vardir, ailenin hakki vardir. Bazen oruç tut, bazen tutma; bazen namaz kil, bazan ara ver" (bunlari nafile olan Ibâdetleri için söylemistir). Ebu'd-Derdâ' bu durumu Rasûlüllah (s.a.s)'e ilettigi zaman o; "Selman senden daha âlimdir" dedi ve bunu üç kere tekrarladi (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 85-86).
Hz. Ömer (r.a), ona büyük bir saygi gösterirdi. Ümmetin idaresinin sorumlulugu altinda ezilen Ömer (r.a), duydugu bir endisesini dile getirerek Selman (r.a)'a söyle sormustu: "Ben bir melik (kral) miyim, yoksa halife miyim?". Selman (r.a) ona söyle karsilik verdi; "Eger sen müslümanlarin topragindan bir dirhemden az veya fazla bir para alir, sonra onu, haksiz bir sekilde sarfedersen, sen halife olmayip bir melik olursun" (Taberi, a.g.e., IV, 211; Ibnu'l-Esir, Tarih, III, 59).
Hz. Ömer (r.a), fey gelirlerini taksim ederken, Selman (r.a)'a dört bin dirhem hisse ayirmistir. Bazi kimseler, "Halifenin oglu (Abdullah) üç bin besyüz dirhem aliyor, bu Farsli ise dört bin dirhem aliyor" diyerek bu durumu garipsemislerdi. Oradakiler: "Selman, Rasûlüllah (s.a.s) ile Abdullah'in katIlmamis oldugu bir çok savasa katIlmistir" diyerek cevapladilar (Ibn Sa'd, IV, 86). Baska bir rivayette, Ömer (r.a), Fey gelirlerinden müslümanlara maas baglamak için Divanul-Atâ'yi tesis ettigi zaman, Sahabiler için Islâm'daki öncelikleri ve katildiklari savaslari göz önüne alarak bir gruplandirma yaptigi; Selman (r.a)'i, Hasan (r.a), Hüseyin (r.a) ve Ebu Zer ile birlikte olmadiklari halde Bedir ehlinden sayarak alacaklari miktari bes bin dirhem olarak kararlastirdigi bildirIlmektedir (Taberi, a.g.e., III, 614).
Rasûlüllah (s.a.s) söyle buyurmustur: "Cennet üç kisiyi özler. Ali, Ammar ve Selman" (Tirmizi, Menâkib, 34).
Selman (r.a), son derece mütevazi ve kanaatkar bir hayat yasamistir. O, Medain'de vali bulundugu ve çogu devlet memurlarindan fazla gelire sahip oldugu halde günlük yasami, son , derece sadeydi. O, köle oldugu zaman nasil giyinir ve nasil gezerdiyse Medain valisi oldugu zaman da ayni hal üzere devam etmisti. O, eline geçen parayi tasadduk eder ve kendi emegiyle ürettigi seylerden baskasini yemezdi. Tanimayan birisinin, onun vali oldugunu anlamasi mümkün degildi. Medain sokaklarinda yürürken Suriye tarafindan gelen bir tüccar, üzerinde alelade bir aba ile gördügü Selman'i çagirarak yüklerini tasimasini Istedi. O, hiç tereddüt etmeden yükleri sirtina aldi ve adamla birlikte yürümeye basladi. Onu bu halde görenler, "Bu validir" dediklerinde adam; "Seni tanimiyordum" diyerek özür diledi. Selman (r.a) ona, "Hayir bunlari evine kadar götürecegim" diyerek yoluna devam etti (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 88; buna benzer diger bir olay için bk. ayni yer).
Bazi kimselerin giyiminden dolayi kendisine dil uzatmalari ve hafife almalarina karsi hiç bir tepki göstermemistir. Bir defasinda Iki genç asker yanindan geçerlerken, onu göstererek; "Emiriniz budur" diyerek gülüyorlardi. Selman (r.a)'in yanindaki adam ona, "Ey Ebu Abdullah! Sunlarin ne dedigini görüyor musun?" dedi. Selman (r.a) ona söyle dedi: "Onlari birak. Hayir ve ser bu günden sonradir. Eger toprak yemeyi becerebilirsen onu ye de, Iki kisiye dahi olsa emir olmaktan kaçin. Mazlumun ve sIkisik durumdaki kimselerin duasindan sakin. Çünkü onlarin dualari ile Allah Teâlâ arasinda perde yoktur" (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 87-88). Selman (r.a) çok cömert bir kisilige sahipti. Eline geçen her seyi fakirlere bölüstürürdü (Ibnul-Esîr, Üsdül-Gâbe, II, 420).
O, hiçbir zaman sadaka kabul etmemistir. Çogu zaman eline geçen parayla hemen et alir ve onu pisirerek, hadis ehlini çagirir ve birlikte yerlerdi (Ibn Sa'd, IV, 9).
Selman (r.a), ölüm dösegine yattigi zaman, ziyaretine giden Medain valisi Sa'd b. Malik ve Sa'd b. Mes'ud onu aglarken buldular. Neden agladigini sorduklarinda o söyle cevap vermisti: "Rasûlüllah (s.a.s) bizden bir ahid aldi. Hiç birimiz onu koruyamadik. O bize söyle demisti: "Sizin dünyadaki geçimliliginiz bir yolcunun azigi kadar olsun ".
Onun Ilmi ve takvasi diger sahabileri de etkilemekteydi. Zira onu ziyarete giden Sa'd b. Ebi Vakkas, kendisine nasil davranmasi gerektigi seklinde tavsiyede bulunmasini istemisti (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 90-91).
Selman (r.a), sik saçli, uzun boylu bir kimseydi. Onun Medâin'de Bukeyre adinda bir hanimi vardi (Ibn Sa'd, IV, 92). Selman (r.a), Medine'deyken Hz. Ömer (r.a)'in kizini ondan Istedigi, fakat, Amr b. el-Âs'in bu konuda Selman (r.a)'i kizdirmasi üzerine bundan vazgeçtigi nakledIlmektedir (Ibn Abdirrabbih, Ikdu'l-Ferid, Beyrut 1949, VI, 90). Ancak onun ailesi hakkinda açik rivayetler bulunmamaktadir.
Sufiler, Selman (r.a)'i Ashabul-Suffe ile birlikte tasavvufun kurucularindan biri olarak kabul ederler. Bir çok tarikat silsilesi ona dayandirIlmaktadir. O, Rasûlüllah (s.a.s)'in berberligini yaptigi için Futuvvet teskilatina bagli berberlerin piri olarak kabul edIlmekteydi. Selman (r.a)'in sahip oldugu hakli söhreti, bütün müslümanlarin ona karsi içten bir sevgi duymalarina sebep olmustur. Sünnî müslümanlar onun adini büyük bir sevgiyle anarlar. Ehli beytten sayIlmasi, Siilerin ona karsi farkli bir ilgi göstermelerine sebep olmustur. Hacdan dönen Siiler Kerbela'dan sonra onun mezarini ziyaret etmeyi ihmal etmezler. Ayrica, Siiler, Hz. Ali ve Ehli Beyt hakkintla rivayet olunan hadIsleri n çogunu ona isnad ederler. Gulat-i Sia ekollerinde ise o, ilahî sudur sirasinda Ali (r.a)'den hemen sonra yer alir. Nusayriler ise onu, üç gizli harften biri kabul ederler. Nusayriligin teslis akidesini ifade eden ayn, mim ve sin harflerinden ayn Ali'yi, mim Muhammed (s.a.s)'i, sin ise Selman'i ifade eder. Mana (Ali), ism (Muhammed) bab ise Selman'dir. Buna göre o Nusayrî teslis akidesinin kapisi (bab) olup, üçüncü had'dir. Durzîler ise, Kur'an'in Selman'a vahyolunduguna, Peygamberin Kur'an'i ondan aldigina inanmaktadirlar. Bu ekoller, olusturduklari inanç sIstemlerinde diger bir kaç sahabi ile birlikte Selman (r.a)'i temel unsur olarak kullanmislar ve ona çesitli fonksiyonlar yüklemislerdir. Bu mezheplerin gerçekte mutedil Sia ile alakalari yoktur. Zira muhtevâlarindaki inanç prensipleri gözönüne alindigi zaman Islâmî sahsiyetlerin isimlerini kullanarak putperest bir inanç sIstemi meydana getirdikleri görülecektir.