el-Hasan b. AIi b. Ebî Talib el-Hâsimî el-Kurasî, Hz. Peygamber'in en çok sevdigi torunlarindan ve O'nun "Reyhânesi", Hz. Ali'nin, Hz. Fatima'dan dogan büyük oglu. Hulefâ-i Rasidîn'in besincisi kabul edilir. Imamiyye'ye göre ise 12 imamin ikincisidir.
Üçüncü hicrî yili, Ramazan ayinin ortalarinda Medine'de dogdu. Saban ayindan; 4. veya 5. hicrî senesinde dogduguna dair rivâyetler varsa da, en dogru görüs, 3. hicrî senede dogduguna dair rivayettir (Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II, 10; Ibn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü't-Tehzîb, Haydarabad 1325, II, 296). Hz. Hasan dogdugunda, Hz. Peygamber bir torununun oldugunu duyunca hemen Hz. Ali'nin evine giderek "oglumu bana getirin' Adini ne koydunuz?' diye sordu. "Harb" ismini koyduklarini duyunca, bu ismi begenmedi. Çocuga isim olarak, câhiliye döneminde bilinmeyen "Hasan" ismini koydu. Künye olarak da, "Ebû Muhammed" adini verdi. Arkasindan da kulagina ezan okudu (Ibnü'l-Cevzî, Ebu'l-Ferec, Sifatü's-Saffe, Haleb (ty), I, 759; Üsdü'l-Gâbe, II, 10; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 296). Rasûlullah Hz. Hasan yedi günlük olunca akîka kurbani kesilmesini ve saçlarinin kesilerek, agirliginca gümüs tasadduk edilmesini emretti (ez-Zehebî, Siyer A'lami'n-Nübelâ, Beyrut 1406/1986, III, 246).
Hz. Hasan, Hz. Peygamber'in terbiyesinde yetisti. Sahih hadis kitaplari dahil bir çok Islâmî literatürde, Hz. Peygamber'in torunu ile ne kadar ilgilendigini ve onu ne kadar çok sevdigini ifade eden rivayetler bu gerçegi göstermektedir. Onunla her an ilgilendigini, hemen hemen yanindan hiç ayirmadigini; bilhassa namazlarda bile torununun gelip üzerine çiktigindan dolayi, Hz. Peygamber'in sirf onu incitmemek için secdesini uzattigini ifade eden hadisler, ilahî vahye mazhar dede ile, onun "reyhanesi" arasindaki sevgiyi anlatmaktadirlar (Ahmed b. Hanbel, III, 493, 494; Nesâî, Talbîk, 82). Hatta Hz. Peygamber rukû'da iken torunu gelir, ayaklarini açar bir yönden girer, öbür taraftan çikar (el-Haysemî, Mecmau'z-Zevâid, Beyrut 1967, IX, 175; Tehzîbü't-Tenzîb, II, 296) ve Hz. Peygamber ses çikarmazdi. Bazen secde ederken üzerine bindiginde, onu yavasça sirtindan indirirdi. Hatta bir defasinda Hz. Peygamber hutbe okurken Hz. Hasan ile kardesi Hz. Hüseyin üzerlerindeki uzun ve kirmizi elbiseleri ile düse kalka yürüdüklerini görünce, hutbesine ara verip, minberden inerek, torunlarim kucagina aldigi ve önüne oturttugu, daha sonra da " "Allah Teâla" "Mallariniz ve evlatlariniz sizin için birer imtihan vesilesidir"(et-Tegâbün, 64/15) derken dogru söylemistir. Su ikisini bu sekilde görünce sabredemedim" diyerek hutbesine devam ettigi kaynak hadis kitaplarinda anlatilmaktadir (Ahmet b. Hanbel, V, 254; Ebu Davud, Salât, 233; Tirmizî, Menâkib, 31; Ibn Mace, Libas, 20; Neseî, Salatu'l-Ideyn, 27; Zehebî, a.g.e., III, 256).
Hz. Peygamber zaman zaman her iki torununu da sirtina alip namaza geldigine (Ahmet b. Hanbel, III, 493). Hz. Hasan'i omzuna alarak disarda gezdirdigine dair (Tirmizî, Menâkib, 31) bir çok hadis sunu gösteriyor ki, Hz. Peygamber her iki torunuyla devamli ilgilenmisler, her türlü ihtiyaçlarini gidermeye çalismislardir. Kizi Hz. Fatima'yi ziyarete gittiklerinde, torunu Hasan uyku arasinda su istedigi zaman bizzat kendileri kalkip su getirerek, hem ona, hem de kardesine içirmeleri (Ahmed b. Hanbel, I, 101; Tayalisî, II,129-130) vb. hareketleri dede sefkati ve merhametinin fiili isaretleridir. Yine Hz. Peygamber'in bu iki torununu çok sevdigi ve "Allah'im ben bu ikisini seviyorum, sen de sev" diye dua etmeleri (Tirmizî, Menâkib, 31) bu sevgi ve ilginin dil ile ifadesini göstermistir (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedailit's-Sahabe, 56-60).
Öbür taraftan Hz. Peygamber torunlarini öper (Ahmed b. Hanbel, IV, 93 ; Tabaranî, hadis no: 2658) ve her iki torununun cennet ehli gençlerinin efendileri oldugunu da söylerdi (Tirmizî, Menâkiti, 31; Ahmed b. Hanbel, III, 3; el-Hatîb el-Bagdadî, Târihu Bagdad, Beyrut (ty), I,140), hatta onlari sevenleri Allah'in sevmesini diledigi dualari da rivayetler arasinda yer almistir (Ahmet b. Hanbel, II, 249, 331; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 297 vd.).
Hz. Hasan fizik olarak dedesi Hz. Peygamber'e çok benzerdi (Tirmizî, Menâkib, 31). Öyle ki, bir defasinda Hz. Ebu Bekr ikindi namazindan çiktiktan sonra, Hz. Ali ile beraber yürürken, çocuklarla oynayan Hz. Hasan'i görürler. Hz. Ebu Bekr onu omuzuna alir ve "Nebiye benzeyen, Ali'ye benzemeyen, sana babam feda olsun!" diye bir misra söyler (Buhârî, Fadâilü'l-Ashâb, 22). Hz. Ali bu hâdise ve sözler karsisinda gülümser.
Hz. Hasan, Hz. Peygamber'in âhirete göçtügü siralarda sekiz yaslarinda idi. Henüz çok küçük oldugu için, Hz. Peygamber'den dogrudan dogruya rivayet ettigi hadislerin sayisi oldukça azdir. Bunlardan biri Ebu'l Havrâ'nin rivayet ettigi su hadistir:
"Hz. Hasan'a, Hz. Peygamber'den duydugun hangi hadisi hatirliyorsun? diye sordum. O da sunu anlatti: "Su hadiseyi hatirliyorum: Zekat hurmalarindan bir hurma alip, agzima atmistim. Hz. Peygamber o hurmayi agzimdan salya ile çikardi. Oradakiler "ya Rasûlallah, bu çocugun agzina attigi tek bir hurmayi, niçin geri çikardin?" dediler. O da "biz Âl-i Muhammed'e sadaka (zekat) helâl degildir" buyurdu. Hatirladigim diger bir hadis de "Seni ilgilendirmeyen seyleri birak, ilgilendiren seylere bak..." hadisidir. Yine Dedem Hz. Peygamber bana su duayi da ögretmisti: "Ey Allah'im! beni hidayete erdirdigin kimselerden eyle, âfiyet verdigin kisilerden eyle, dost edindigin kullarinin arasina kat! Verdigin seyleri benim hakkimda mübarek kil ve hüküm verdigin (takdir ettigin) seyleri serrinden de koru. Senin dost edindigin bir kisi asla zelil olmaz" (Ahmed b. Hanbel, I, 200; Ebu Dâvûd, Salat, 340; Tirmizî, Ebvâbu's-Salât, 341 Neseî, Kiyamü'lleyl, 50; Üsdü'l-Gâbe, II, I1).
Buna mukabil Hz. Hasan'in bu hadislerin disinda basta babasi Hz. Ali olmak üzere bir çok sahabîden rivayet ettigi hadisleri vardir.
Kendisinden de mü'minlerin Annesi Hz. Aise, kardesinin oglu Ali b. Hüseyin, onun iki oglu Abdullah ve el-Bakir ile Ikrime, Ibn Sirin, Cübeyr b. Nefir, Ebû'l Havrâ, Rebia b. Seybân, Ebû Miclez, Hübeyre b. Berîm, Seybân b. el-Leyl, Sa'bî, Sakîk b. Seleme, el-Müsebbib b. Nuhbe, Ishak b. Bessâr ve diger raviler (radiyallahü anhüm) hadis rivayet ettiler (Ibn Hacer el-Askalânî, el-Isâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Misir 1358/ 1939, I, 327-330; Ibnü'l-Esir Üsdü'l-Gâbe, II, 10; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 295-296).
Gerek tabakat kitaplari, gerekse hadis kitaplari, Hz. Hasan'in çocukluguna dair yukardaki rivayetlere bolca yer verdikleri halde, Hz. Ali'nin sehid edilmesiyle onun halife seçilmesine kadar olan hayati hakkinda pek fazla bilgi vermemektedirler. Bilinen bir kaç husustan birisi, Hz. Ömer divan teskilatini kurdugu sirada, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn'i babalarinin "farizasina" katarak, her birine bes bin dirhem hisse ayirdigina dair haberdir (Zehebî, a.g.e., III, 259). Bir diger hadise de Hz. Osman'a bas kaldiranlara karsi, halifeyi savunmak için Hz. Osman'in yaninda ona yardim etmek için kalan sahislarin arasinda Hz. Hasan'in isminin de yer aldigina dair haberlerdir (Zehebî, a.g.e., III, 260).
Hz. Hasan'in tarihî bir sahsiyet olarak ortaya çikmasi, babasi Hz. Ali'nin sehid edilmesini müteâkiben, Kufelilerin kendisine beyat ederek halife seçmeleriyle baslar (h. 40/660).
Hz. Hasan halife seçilirken ilk beyat edenin Kays b. Sa'd oldugu söylenir. Bu kisiyi Hz. Ali Azarbaycan'a gönderilen ve Iraklilardan toplanarak hazirlanan ordunun komutani olarak atamisti. Bu zat, sirf Araplardan olusturulan kirk bin kisilik diger bir ordunun da komutaniydi. Bu ordu Hz. Ali'yi ölünceye kadar müdafaa etmek üzere and içmisti. Iste babasinin da en çok güvendigi komutanlardan olan Kays, beyat esnasinda, Hz. Hasan'dan elini uzatmasini isteyerek, Allah (c.c)'nun Kitab'i, Rasûlü'nün sünneti ve âsîlerle savasmak üzere beyat edecegini söyledi. Hz. Hasan bu söze karsi çikti. Sadece Allah'in Kitabi ve Rasûlü'nün sünneti üzere beyat edilebilecegini, bunun içine saydigi ve saymadigi diger sartlarin girdigini söyledi. Kays bunun üzerine bir sey söylemeden beyat etti. Arkasindan da diger Iraklilar beyat ettiler (Taberî, Târihu'r-Rusül ve'l-Mulûk, Dâru'l-Meârif 1963, IV, 158).
Hz. Hâsan beyattan sonra "el-Mescidü'l-Camiye" çikip, uzunca bir hutbe okudu. Sonra babasinin katili Abdurrahman b. Mülcem'i getirtti. Ifadesini aldiktan sonra ölümle cezalandirdi (Ya'kubî, Ahmed b. Ebî Ya'kub, Tarihu Ya'kubî, Beyrut, ty. II, 214).
Iraklilar derhal, babasinin öldürülmesini, seçtikleri halifeye hatirlatarak, Sam'da hüküm süren Muaviye b. Ebî Süfyan ile savasmasi için, onu Sam üzerine yürümeye tesvik ettiler. Hz. Hasan da onlarin sözlerine kanarak bir ordu hazirladi ve savasmak üzere yola çikti (Ziriklî, a.g.e., II, 214); Ayri bir görüs için bkz. Ibn Hibbân, es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut 1407/ 1987, s. 554). Hz. Hasan bu siralarda 37 yaslarinda idi. O topladigi on iki bin kisilik ordusuyla Medâin'e kadar geldi. Ordu komutani olarak kendisine ilk bey'at eden Kays b. Sa'd'i atadi. Diger bir rivayete göre Ubeydullah b. Abbas'i komutan yapip, Kays'i da ona yardimci atayarak, Kays'a komutanin her türlü emrine itaat etmesini emretti (Ya'kubî, II, 214).
Araplarin dört "dâhîsi"nden biri olan Hz. Muaviye, Hz. Hasan'in kendisi ile savasmak üzere yola çiktiginin haberini alinca, o da derhal Sam'dan hareket ederek el-Enbar'in kazalarindan biri olan Mesiken'e gelerek konakladi (Taberî, V,159). Hz. Ali'nin sehid edilmesi üzerinden henüz on sekiz gün geçmisti, iki tarafin ordusu sirf siyasî kaygilarla karsi karsiya geldiler (Ya'kubî, II, 214).
Muaviye derhal durumun kritigini yaparak, akibetin lehine olmasi için çesitli çarelere bas vurmaya basladi. Elindeki en büyük koz, hasminin tecrübesizligi ve siddetten hoslanmayan, fitneden adeta korkan ve müslümanlara karsi derin sevgi besleyen, onlardan birinin bile kaninin dökülmesine razi olamayacak kadar yumusak bir kalbe sahip sahsiyette olmasidir. Onun için ilk isi, Hz. Hasan'in, Kays b. Sa'd komutasindaki ordusu arasinda bir kargasa yaratmak oldu (Tehzîbü't-tehzîb, II, 299). Hz. Hasan'in ordusu içinde bir kaç kisi söyle bagirmaya basladi: "Haberiniz olsun, Kays b. Sa'd öldürüldü!" Diger bir kaynaga göre ise, bu münâdîler Kays'in Muaviye ile sulh yaptigini ve onun tarafina geçtigini, hatta Hz. Hasan'in bile Muaviye'ye sulh yapma teklifinde bulundugunu ve Hz. Muaviye'nin bu teklifi kabul ettigini söylüyorlardi. Böylece ordu içinde dedi kodu çikariyorlardi (Ya'kubî, s. 214-215). Hz. Hasan'in ordusu içinde kargasa basladi, büyük bir panik çikti. Derken bu panik yagmalamaya dönüstü. Askerler her seyi yagmalamaya basladi. Hatta Hz. Hasan'in ordugah çadirini, altindaki sergisine varincaya kadar yagmaladilar. Bu yagmalama her tarafa yayildi. Sözü edilen bu yagmalamadan sonra da ordu dagilip gitti (el-Isabe, I. 327-328; Taberî, V.158-159).
Bu kargasadan istifade etmek isteyen el-Cerrâh b. Sinan el-Esedî isimli sahis, sehirden geceleyin ayrilmak isteyen Hz. Hasan'a saldirdi. Elindeki hançerle onu baldirindan yaraladi. Fakat Hz. Hasan kendini savunup, o katilin hakkindan gelmeyi basardi (Ya'kubî, II, 228 ; el-Isâbe, I, 327-328). Bu durumda çaresiz kalan Hz. Hasan Medâin'deki "el-Maksuratü'l-Beydâ"ya dönmek zorunda kaldi. O sirada Medâin'in valisi Sa'd b. Mes'ud idi. Henüz çocuk denilebilecek yasta olan bu genç valiyi atayan el-Muhtar b. Ebî Ubeyd ona bir teklifte bulundu. Hz. Hasan'i baglayip Hz. Muaviye'ye götürme karsiliginda kendisinin çok zengin ve serefli birisi yapacagini söyledi. Genç vali bu teklifi siddetle reddederek "Allah'in laneti üzerine olsun! Ben Allah'in Rasûlünün kizinin oglunun üzerine atlayacagim ve onu baglayacagim ha! Sen ne igrenç herifsin" dedi (Taberî, V, 159-160).
Hz. Hasan içinde bulundugu durumu gözden geçirdi. Güvenemeyecegi bir ordu ve güçlü bir düsmanla karsi karsiya oldugunu anladi. Ayrica mizaç olarak fitne ve kan dökmekten de nefret eden birisi oldugu için, gerek kendi sahsi, gerekse Islâm ümmetinin selameti için hilafeti Hz. Muaviye'ye birakarak, bu isten feragat etmekten baska bir çare bulamadi. Anlasma yollarini arastirmaya ve her iki tarafin da razi olacagi çözümler aramaya basladi. Amr b. Seleme el-Erhâbî'yi çagirarak, anlasma teklifini içeren bir mektupla Muaviye'ye gönderdi (el-Isâbe, I, 327-330). Muaviye aldigi ve bekledigi bu teklifi derhal kabul etti. Hz. Hasan'a elçi olarak Abdullah b. Âmir el-Küreyz ve Abdurrahman b. Semure'yi gönderdi. Bu iki elçi Medâin'e geldiler ve Hz. Hasan'a, ne isterse hepsinin kendisine verilecegini bildirmekle kalmayip, kendilerini kefil göstererek, bu anlasmayi teahhüt edeceklerini de ona söylediler (Ibn Hacer, Fethu'l-Bârî fi Serhi Sahîhi'l-Buhârî, Misir,1959, VI. 235, Buharî rivayeti).
Bu sirada Hz. Hüseyn durumdan haberdar oldu ve anlasma teklifine karsi çikti. Muaviye'nin hakliligini tasdik, Hz. Ali'nin davasini yalanlamis olacagi gerekçesi ile agabeysi Hz. Hasan'a, bu anlasmayi yapmamasi gerektigini söyledi. Hz. Hasan onu susturarak, yönetim isini kendisinin ondan daha iyi bildigini iddia ederek, anlasma yapmakta israr etti (Taberî, V. 160).
Bu sirada Hz. Hasan'in hilâfeti Hz. Muaviye'ye birakacagini anlayan ordu komutanlarindan Ubeydullah b. Abbas, Muaviye'ye bir mektup göndererek kendisi için eman istedi. Karsilik olarak elindeki mallarina dokunulmamasini ve can güvenligini sart kostu. Muaviye bu teklifi kabul etti. Ubeydullah bunun üzerine ordusunu birakarak karsi tarafa geçti. Hz. Hasan'in ordusu bu durum karsisinda, Kays b. Sa'd'a, Hz. Ali ve taraftarlarinin kanlarini ve mallarini korumak ve sonuna kadar Muaviye ile savasmak üzere beyat yaptilar. Bir görüse göre, zaten komutan oldugu için, bu beyat'i yenilemek olarak anlamak da mümkündür (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarîh, Beyrut 1385/1965, III, 408).
Nihayet Hz. Muaviye'nin elçileri Hz. Hasan ile anlastilar. Anlasmaya göre, sayet, Muaviye, Hz. Hasan'dan önce ölürse, Hz. Hasan halife olmak sarti ile, hilafeti Muaviye'ye birakiyordu. Ayrica Kûfe hazinesindeki bes milyon dirhem Hz. Hasan'in olacakti. Muaviye Hz. Ali ve taraftarlarina hutbede sövme adetine son verecekti (Tâberî, V, 158-159). Karsi taraf bu teklifleri kabul etti. Anlasmayi yapan Hz. Muaviye'nin elçileri Hz. Hasan'in yanindan çiktiklarinda "Rasûlullah'in oglu sayesinde kan dökülmesi önlendi, fitne sona erdi, sulh yapildi" diyorlardi (Ya'kubî, II, 214-215). O sirada yaralari da agirlasan Hz. Hasan kalkip, Iraklilara uzunca bir hutbe irat etti. Onlara dedesi Hz. Peygamber vasitasiyla Yüce Allah'in insanlari hidayete erdirdigini hatirlatti. Kendisi vasitasiyla da kan dökülmesini önledigini söyleyerek, Muaviye ile anlasma yaptigini haber verdi. Muaviye'ye beyat etmelerini de istedi (Ya'kubî, II, 215). Kendilerini babasini öldürmeleri, kendisine saldirip mallarin yagmalamalari sebebiyle terkettigini de ilan etti (Taberî, V. 158).
Yapilan anlasma üzerine Hz. Muaviye Medâin'e geldi. Hz. Hasan'i yanina alarak Kufe'ye girdi. Hz. Hasan kendi eli ile hicrî 41 yilinin Rabîu'l-Evvel ayi sonlarinda Kufe'yi Muaviye'ye teslim etti. Böylece Hz. Peygamber'in su hadisi tecellî etmis oldu:
"Hiç süphe yok ki, bu oglum bir seyittir. Umulur ki, Allah onun sayesinde iki büyük mü'min grubunu baristiracak" (Buhârî, Fiten,, 20, Sulh, 9; Ebu Davud, Sünne, 12...). Hz. Hasan, Muaviye'nin huzuruna çiktiginda, Muaviye ona "seni senden önce hiç kimseyi mükafatlandirmadigim ve senden sonra da kimseyi mükafatlandirmayacagim bir mükafatla mükafatlandiracagim" dedi ve ona 400.000 (dirhem) verdi (el-Isâbe, I, 327-328). Ayrica her sene bir milyon dirhem maas bagladi. Ama bunlarin çogunu sonradan kisitladi ve ona çok az bir sey verdi.
Hz. Hasan ile Hz. Muaviye arasindaki bu anlasmaya sahit olan Imam Sa'bi hadiseyi söyle anlatir: "Muaviye dedi ki, Kalk da, hilafeti bana biraktigini ve teslim ettigini insanlara haber ver". Hasan kalkti ve Allah'a hamd ve senâ'dan sonra söyledi: Akillilarin en akillisi, muttaki olandir; ahmaklarin en ahmagi da fâcir olandir. Muaviye ile benim aramda anlasmazlik konusu olan bu is, ya benden daha layik birisinin hakki idi; ya da benim hakkimdi. Ben ümmetin sulh içinde olmasi, birliginin bozulmamasi ve kan dökülmesine mani olunmasi için hilafeti ona biraktim". Arkasindan "bilmem belki de o, sizi denemek ve bir süreye kadar yasatmak (metâ) içindir" (el-Enbiya, 21 / I 11) âyetini okuyarak hutbesini bitirdi (Hilye, 11, 37).
Hz. Hasan'in hilâfette ne kadar kaldigi kaynaklarda farkli farkli olmakla birlikte, 6 ay 5 gün oldugu konusundaki görüs en kuvvetlisidir (Ziriklî, II, 214-215).
Bu devir-teslim töreninden sonra ordusunun komutani Kays b. Sa'd'a bir mektup göndererek Muâviye'nin emrine girmesini istedi. Kays da bu konuda ordusu ile istisare yapti. Onlara dalâlet içindeki bir imama mi itaat etmek istediklerini; yoksa imamsiz savasmak mi istediklerini sordu. Onlardan dalâlet içinde de olsa imama itaati tercih ettiklerine dair cevabi alinca, o da Muaviye'ye beyat edip emrine girdi (Taberî, V,160). Ya'kubi'ye göre Muaviye anlasmadan önce, Kays b. Sa'd'a bir milyon dirhem ile bazi mallar göndererek, davasindan vaz geçip, kendisine katilmasini istedi. Sa'd ona cevaben "benim dinimle ilgili bir konuda beni aldatmaya çalisiyorsun (satin almaya çalisiyorsun)" diyerek bu tuzaga düsmedi (Ya'kubî, II, 215). Diger bir kaynaga göre ise, Hz. Hasan Muaviye ile anlasinca, Muaviye Kays'a bir mektup yazarak, itaat etmeye çagirdi. Mektupla birlikte imzali ve mühürlü bos bir kagit daha göndererek, üzerine diledigini yazabilecegini, yazdigi her seyin kendisinin olacagini bildirdi. Kays çaresizlik içinde, sadece can ve mal güvenligi karsiliginda Muaviye'nin emri altina girdi (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 408. Diger bir görüs için bkz. Taberî, V, 158-159).
Hz. Hasan hilâfeti Muaviye'ye biraktiktan sonra, geri kalan on yillik ömrünü Medine'de geçirmek üzere yola çikti. Kufeliler onun sehirden ayrilisi sirasinda aglasiyorlardi. Fakat o kendilerine hiç güvenilemeyecegini söylemekten çekinmedi. Babasi Hz. Ali'ye de yaptiklarini kendilerine hatirlatarak, akibetlerinin hiç iç açici olmadigini belirterek hallerine acidigini söyledi.
Yolda birisi kendisine "Ey müslümanlarin yüz karasi!" diye hakarette bulundu. Hz. Hasan Hz. Peygamber'den naklettigi bir hadisle Ümeyye ogullarinin bu makama gelmesinin mukadder oldugunu hatirlatmaya çalisti (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 407). Bir baskasi "Ey mü'minlerin emirinin utanci" diye bagirinca, ona da "âr, atesten daha hayirlidir" dedi (el-Isâbe, I, 327-330).
Medine'de on yil yasayan Hz. Hasan (Zehebî, a.g.e, III, 264) vefati yaklasinca Hz. Aise'ye haber göndererek, Hz. Peygamber'in yanina defnedilmek istedigini söyledi. Hz. Aise de bu istegi kabul etti. Bunun üzerine kardesine söyle vasiyyet etti. "Ben ölünce Hz. Aise'den, Hz. Peygamber'in yanina gömülmem için izin iste. Ben ondan bu izni almistim. Bana karsi çikmadi. Belki de benden utandi. Sayet izin verirse, beni onun evine defnet. Ben yine de Ümeyyogullarinin seni bundan mahrum edeceklerini zannediyorum. Bunu yaparlarsa, onlarla ugrasma beni Bakî mezarligina defnet"
Hz. Hasan kirk gün hasta yatti. 5 Rabîu'l-Evvel 50 (2 Nisan, 670) günü vefat etti (Sifatü's-Safve, I, 762). (Bazilari bu tarihin hicrî 49, 50, 51, hatta, 54. yili oldugunu söylemislerdir. (el-Isâbe, I, 330). Ölüm sebebi olarak zehirlendigi söylenir. Zehirleyenin de kendi hanimi Ca'de binti el-Es'as b. Kays oldugu rivayet edilir. Hasta yatarken kardesi kendisine kimin zehirledigini sorduysa da, o buna cevap vermekten kaçindi. Hatta bu zehirlenmeden önce üç defa daha ayni girisimde bulunuldugunu, fakat onlari atlatmayi basardigini söyler. Bu son içtigi zehirin baska oldugunu ve herhalde ölecegini ona açiklar (Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II, 15).
Vefat edince Hz. Hüseyin, Hz. Aise'ye müracaat ederek, durumu anlatti. Hz. Aise de Hz. Hasan'in vasiyyetine "memnuniyetle kabul ederim, bas üstüne" dedi. (Ya'kubiye göre Hz. Aise bu istege siddetle karsi çikmistir (Ya'kubî, II. 225). Fakat bu iddiayi Ya'kubî'den baskasi öne sürmemektedir. Bu durumdan Mervan ve Ümeyyeogularinin haberi olunca "vallahi, asla ve ebedî olarak Hz. Peygamber'in yanina gömülemez" dediler. Bu keyfiyet Hz. Hüseyin'e ulasti. Hemen kendisi ve beraberindekiler silahlandilar. Hz. Ebu Hüreyre durumun vehâmetini anlayarak, önce, Hz. Hasan'i buraya defnetmeyi engellemenin mutlak surette zulüm olacagini söyledi. Daha sonra da hiç olmazsa Hz. Hüseyin'e laf anlatirim düsüncesiyle ona geldi. Onu bu israrindan vaz geçirmeye çalisti. Kardesinin vasiyetini hatirlatarak onun "sayet herhangi bir fitneden çekinirsen beni müslümanlarin mezarligina defnet" dedigini hatirlatti. Hz. Hüseyin de fitneden çekinerek, kardesini bir çok sahabînin defnedildigi el-Bakî' mezarligina defnetti.
Hz. Hasan'in cenazesine Ümeyyeogullarindan, Medine valisi olan Saîd b. el-Ass'dan baska hiç kimse katilmadi. Hz. Hüseyin, cenaze namazini kildirmayi valiye teklif etti. Vali de teklifi kabul etti ve cenaze namazim kildirdi. Cenazesine çok sayida kisi katildi, hatta "igne atsan yere düsmeyecek" kadar kalabalik vardi (Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II. 15). Hz. Hasan vefat ettiginde 47 yasinda idi (Tehzîbü't- Tehzîb, II, 301).
Hz. Hasan cömert ve kerîmdi. Fizik ve ahlâk olarak Hz. Peygamber'e çok benzerdi. Çok takva sahibi idi. Medine'den Mekke'ye yürüyerek 15 defa hac yaptigi meshurdur.
Hayir yapmayi çok severdi. Öyle ki, mallarinin tamamini iki defa fakirlere dagitti; üç defa da Allah (c.c) ile "kasame" yapti. Yani iki ayakkabisi varsa, birini tasadduk edip, birini kendisine birakarak; herhangi bir yiyeceginin bir avucunu dagitip, bir avucunu kendine ayiracak kadar adil davranarak, mallarini fakirlere dagittigi kaynaklarda geçmektedir. Onun güzel ahlâka ve baskalarina ikram etmenin faziletine dair bir çok vecizesi vardir. Meselâ ona "mekârim-i ahlâk"in ne oldugu sorulunca, o bunu söyle özetler: Dogru söz, isteyene vermek, güzel ahlâk, silai rahim, komsu hakkinda utanmak, arkadas hakkina riayet, misafire ikram, ve nihayet bunlarin da basinda haya'dir (Hilye, II, 37-38; Üsdü'l-Gâbe, II. 13; Ya'kubî, II. 225 vd).
Hz. Hasan çok evlenip, bosanmasiyla de üne sahiptir. Hatta bir ara babasi Hz. Ali, bu yüzden, onun evlendigi kadinlarin kabilelerinin kendi ailesine karsi düsman olacaklarindan korkarak, Kufelilere açikça ogluna kiz vermemelerini söylemis, oradan kalkan bir adam da, yemin ederek, onu evlendirmeye devam edeceklerini bildirmis ve arkasindan söyle demistir:
"Biz evlendiririz, o istedigini tutar, istedigini bosar" (Zehebî, a.g.e., III, 267).
Onun sekiz veya on iki oglu vardi: 1- Hasen b Hasen (annesi Havli binti Manzûr el-Fezâriyye), 2- Zeyd (annesi Ümmü Besîr binti Ebî Mes'ud el-Ensarî el-Hazrecî), 3- Ömer, 4- Kasim, 5- Ebu Bekr, 6- Abdurrahman (bunlarin da anneleri ümmü veled olup, hepsinin anneleri ayridir): 7-Talha, 8- Ubeydullah. (Ya'kubî, II, 228). Bir tane de kizi olduguna dair rivayetler vardir (Zirikli, II, 215).
Hz. Peygamber'in soyu torunlari Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in çocuklari vasitasiyle devam etmistir. Hz. Hüseyin'in soyundan gelenlere halk arasinda "seyyid" Hz. Hasan'in soyundan gelenlere de "serîf" veya "emir" adi verilir.