İslâmın ebedî nûru, gizliden gizliye ruhları sarmaya ve gönülleri fethetmeye devam ediyordu. İlk Müslümanlar bütün samimiyetleriyle Hazret-i Resûlullahın muallimliğinde İlâhî davayı öğrenme ve yaşamaya çalışıyorlardı.
Peygamber Efendimiz, henüz davasını aşikâre ilân etmemişti, ama buna rağmen, Mekke’nin dışında da bir çok yerden, beklenen Son Peygamberin zuhur ettiğine dâir haber duyanlar vardı. Bunlardan biri de, Gıfar Kabilesine mensup Ebû Zerr idi.
Ebû Zerr, Cahiliyye Devrinde de putlara tapmaktan nefret eden ve senelerden beri hak ve hakikatı arayan, Arabın güzide şâirlerinden biri idi. Duyduğu haber üzerine önce, aradığı rehber zâtın Mekke ufuklarında parlayan zât olup olmadığını anlamak maksadıyla kendisinden de üstün bir şâir olan kardeşi Üneys’e,
“Haydi, Mekke’de zuhur ettiği söylenen zâta git. Kendisiyle bir görüş ve onun hakkında bana haber getir” diyerek onu Mekke’ye gönderdi.
Üneys, kardeşinin bu ta’limatı üzerine Mekke’ye geldi ve Peygamber Efendimizle görüşüp konuştuktan sonra geri döndü.
Ebû Zerr,
“Ne haber getirdin? Halk onun hakkında ne söylüyor?” diye sordu.
Üneys,
“Gördüğüm zât, halka iyilikte bulunmayı, kötülükten sakınmayı tavsiye ediyor ve güzel ahlâkı duyuruyor” dedikten sonra, sözlerine şöyle devam etti:
“Halk, ‘Şâirdir, kâhindir, sâhirdir’ diyor. Ama ben, kâhinlerin sözlerini işittim. Onun söyledikleri katiyyen kâhinlerin sözlerinden değildir. Söylediklerini, şâirlerin de her türlü şiirleriyle kıyas ettim. Aralarında hiç bir benzerlik görmedim. Onun söyledikleri şiirden başka, apayrı birşey. Bundan sonra ona şâir demek kimsenin ağzına yakışmaz.
Hülâsa, yeminle derim ki, Muhammed (a.s.m.) sâdıktır. Ona çeşitli ithamlara yeltenenler ise kâziptir, yalancıların tâ kendileridir.”200
Ebû Zerr, kardeşine,
“Sen,” dedi, “beni rahatlatıcı fazla bir mâlumat getirmedin. Ama yine de gidip onu bizzat, görmeliyim.”
Üneys, onu ikaz etti:
“Gitmesine git, ama kendini Mekke halkından kolla. Çünkü, onlar Muhammed’e karşı düşman cephesi kurmuşlardır.”
Bundan sonra Ebû Zerr, eline asâsını, sırtına bir su kırbası ile bir azık dağarcığı alarak yola düştü. Çölleri aşa aşa gelip Mekke’ye kavuştu ve doğruca Kâbe’ye gitti. Resûl-i Ekremi aradı, fakat tanımadığı için bulamadı. Kimseye sormaya da cesaret edemedi, hem de uygun bulmadı. Çünkü, kardeşinin de söylediği gibi Mekke’de Müslümanlarla müşrikler arasında şiddetli bir mücadele vardı ve Müslümanlar çok nazik bir devreyi yaşıyorlardı.
Mescid-i Haramda kalmaktan başka bir çaresi yoktu. Öyle yaptı. Açlığını ise Zemzem suyu içerek gideriyordu.
Bir aralık Hz. Ali, onu Mescid-i Haramın bir köşesinde büzülmüş halde gördü. Yanından geçerken, kendi kendine: “Zannımca bu adam uzak bir yoldan gelmiştir” diye konuşunca, Ebû Zerr, “Evet,” dedi, “uzak bir yoldan gelmişim.”
Hz. Ali,
“Gel, evimize gidelim” dedi ve onu alıp evinde misafir etti. İkisi de ihtiyatlı ve tedbirli davrandıklarından o geceyi birbirlerine açılmadan geçirdiler.
Sabah olunca, Ebû Zerr, yine Resûlullah Efendimizi sorup bulmak için Mescid-i Harama gitti. Fakat, aynı şekilde hiç kimseden Efendimiz hakkında bir mâlumat alamadı.
Yine aynı köşede ümitsiz bir vaziyette beklerken yanına Hz. Ali uğradı tekrar kendi kendine:
“Bu adamcağızın hâlâ nereye gideceğini öğrenmek zamanı gelmedi mi?” dedi. Bunu duyan Ebû Zerr;
“Hayır” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali, aynı şekilde,
“Haydi, öyle ise bize gidelim” dedi ve alıp evine misafir götürdü.
Bu sefer birbirlerine açıldılar. Önce Hz. Ali,
“Nereden ve niçin geliyorsun?” diye sordu.
Ebû Zerr,
“Eğer, gizli tutacağına söz verirsen, sana anlatırım” dedi.
Hz. Ali,
“Emin olabilirsin” karşılığını verince, Ebû Zerr asıl maksadını açıkladı:
“Ben Gıfar Kabilesindenim. Buradan peygamberlik ilân eden bir zâtın zuhur ettiği haberini duydum. Bizzat onu görüp konuşayım diye geldim.”
Samimî maksadını anlayan Hz. Ali,
“Sen bu hareketinle akıllılık ettin, doğruyu buldun” diye konuştuktan sonra, “Ben şimdi Resûlullahın yanına gidiyorum. Sen de peşimden gel. Benim girdiğim yere sen de gir. Eğer ben, yolda sana zarar vereceğinden korktuğum birisini görürsem, papucumu düzeltir gibi bir duvara yönelir dururum. O zaman sen beni beklemezsin, yürür gidersin.”
Evden çıktılar. Hz. Ali önde, Ebû Zerr ise onu arkadan takib ediyordu. Hiçbir anormal durumla karşılaşmadan Hazret-i Resûlullahın huzuruna vardılar.
Ebû Zerr,
“Selâm sana olsun, ey Allah’ın Rasûlü” dedi. Bu türlü selâmı İslâmda ilk veren zât, Ebû Zerr Hazretleridir.
Resûl-i Ekrem,
“Allah’ın rahmeti senin üzerine de olsun” dedikten sonra, “Sen kimsin?” diye sordu.
Ebû Zerr,
“Ben, Gıfar Kabilesindenim” diye cevap verdi.
“Ne zamandan beri buradasın?”
“Üç gün, üç geceden beri buradayım.”
“Seni kim doyuruyor?”
“Tek yiyeceğim Zemzem suyu idi. Şişmanladım bile. Hiç açlık ve susuzluk duymadım.”
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz,
“Zemzem, mübârek, doyurucu bir yiyecektir” buyurdu.
Sonra Ebû Zerr,
“Yâ Resûlallah, bana İslâmı anlat” dedi. Resûlullah Efendimiz, İslâmiyeti kendilerine anlatınca, derhal şehâdet getirerek Müslüman oldu.201
Müslümanlığını İlân EttiŞehâdet getirerek, İslâmla şerefyâb olan Hz. Ebû Zerr’e, ihtiyat ve tedbiri asla elden bırakmayan Resûlullahın tavsiyesi şu oldu:
“Yâ Ebâ Zerr, sen, şimdilik bu işi gizli tut! Ve memleketine dön, git! İşi açığa vurduğumuzu haber aldığın zaman gel!”
Vecd ve heyecan mâdeni haline gelen Hz. Ebû Zerr,
“Yâ Resûlallah,” dedi, “seni hak peygamber olarak gönderen Allahü Teâlaya yemin olsun ki, ben bunu müşriklerin arasında açıkça ilân edeceğim.”
Sonra da kalkıp doğruca Kâbe’ye koştu ve müşriklere karşı pervasızca,
“Ey Kureyş topluluğu! Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yok ve Muhammed Onun resûlüdür!” diye haykırdı.
Bu kahramanca haykırış, müşrikleri hiddetlendirdi. Hep birden üzerine çullandılar ve onu bayıltıncaya kadar dövdüler. Eğer, henüz o sırada İslâmiyete girmemiş olan Hz. Abbas yetişip, Gıfar Kabilesine mensup olduğunu ve bu kabilenin de Şâm ticâret yoluna hâkim bulunduğunu söylemeseydi, onu öldüreceklerdi!
Fakat, îmânın verdiği cesaret ve heyecana sahip Hz. Ebû Zerr’i, bu darbeler de yıldırmadı. İkinci gün aynı şekilde ve aynı yerde, yine müşriklere karşı Allah’ın varlık ve birliğini, Hz. Resûlullahın da Onun hak peygamberi olduğunu pervasızca haykırdı. Tekrar müşriklerin ağır darbelerine maruz kaldı. Yine araya Hz. Abbas girdi ve
“Yazıklar olsun size! Siz, Gıfar Kabilesinden birini mi öldürmek istiyorsunuz? Onların sizin ticâret yeriniz ve yolunuz üzerinde bulunduğunu bilmiyor musunuz?” diyerek onu müşriklerin merhametsizce savurdukları darbelerden kurtardı.202
Bu hâdiseden sonra, Hz. Ebû Zerr, kavim ve kabilesini hak dine davet etmek üzere yurdunun yolunu tuttu. Hicretin altıncı yılına kadar da orada kaldı. Bu sebeple Bedir, Uhud ve Hendek gazâlarında bulunamadı. Fakat bunlardan sonraki gazâlarda Resûl-i Ekrem Efendimizin yanından ayrılmadı.
200. İbni Sa’d, Tabakât, 4/224; Müslim, 7/153-154
201. İbni Sa’d, Tabakât: 4/224-225; Müslim: 7/153-154
202. İbni Sa’d, Tabakât: 4/255