Öncelikle şunu ifade edilim. Ehl-i sünnet itikadına göre rüyet haktır. Yani Cenab-ı Hakkı görmek mümkündür. Ancak bu rüyet bu dünya gözüyle olmayacaktır. ahirette müminler derecelerine göre bu lütfa ereceklerdir. Peygamber Efendimizin Mi’rac mucizesiyle rü’yete mazhar olmasına gelince, bu rüyet beka aleminde gerçekleşmiştir, bu dünya aleminde değil.
Bu dünyada Cenab-ı Hakkın şiddet-i zuhurundan gizlenmesine gelince, bu ifadeyi şöyle anlayabiliriz: Bu alemde ne kadar varlık varsa hepsini Allah yaratmıştır. Hepsi Onun isim ve sıfatlarının tecellileriyle ortaya çıkmışlardır. Bu şiddet-i zuhur bazen ülfet yoluyla gizlenmeyi netice vermektedir.
Bir örnek vermek gerekirse, günün belli vakitlerinde yemek yiyen insan yemekten sonra bu nimetlerin Allah’ın birer ikramı ve ihsanı olduğunu hatırlayarak Ona hamd ve şükreder. Bunun yanında, her an aldığı nefesler için şükür aklına gelmez. Halbuki nefes almak yemek yemekten çok daha ileri bir nimettir. Ancak bu nimet şiddet-i zuhurdan gizlenmekte, ülfet ile saklanmaktadır.
Zahir ve Batın isimleri Esma-i Hüsnadandırlar. Zahir ismi, varlığı her şeyden daha aşikar, Batın ismi ise kutsi mahiyetini hiçbir aklın idrak edemeyeceği manasına gelir. İşte bu idrak edemeyiş istitara yani setr olmaya, gizlenmeye sebeptir.
Bu hakikatin bir derece anlaşılması için şöyle bir örnek verilir. Biz Aya rahatlıkla bakabildiğimiz halde, Güneşe bakamayız. Güneşi hayalen büyütelim ve bütün gökyüzü güneşle kaplansın, o zaman güneş şiddet-i zuhurundan ve azametinden görünmeyecektir. Halbuki o görünmeyen güneş her şeyden daha zahirdir.